Çevre Davalarında Baroların Ehliyeti
Adana ili, Tufanbeyli ilçesinde kurulması planlanan kömürlü termik santral için Enerjisa Enerji Üretim A.Ş.ye 2004 yılında EPDK tarafından verilen elektrik üretim lisansının iptali istemiyle pek çok çevre derneği ile birlikte Adana Barosu Başkanlığı ve yöre sakini gerçek kişiler tarafından 2014 yılında açılan dava Danıştay 13.Dairesi’nin 23.11.2023 tarihli kararıyla sonuçlandı.
Danıştay 13.Dairesi, 23.11.2023 tarihli kararıyla, davayı ilk derece mahkemesi olarak inceleyen Ankara 18.İdare Mahkemesi’nin 05.07.2017 tarihli kararının;
- Adana Barosu Başkanlığı’nın dava konusu işlemle meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilişkisi bulunmadığından dava açma ehliyeti bulunmadığına dair kısmını oy çokluğuyla,
- Davanın bazı davacılar yönünden süre aşımından reddini oybirliğiyle,
- bir kısım davacılar yönünden davanın esastan reddini değişik gerekçeyle,
onadı.
İdare Mahkemesi Karar Gerekçeleri
a. Baronun Dava Ehliyeti Tartışması
Davayı ilk derece olarak inceleyen Ankara 18.İdare Mahkemesi, Adana Barosu Başkanlığı’nın dava ehliyetini değerlendirirken;
- her ne kadar Baroların hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak konusunda yasal olarak yetkili kılınmışsa da, bu görevin “avukatlık mesleğinin geliştirilmesi çerçevesinde” değerlendirilmesi gerektiğini, avukatlık mesleğini ilgilendirmeyen ve avukatların ortak menfaatlerini koruma amacı dışında kalan işlemlerin iptali istemiyle Barolar tarafından açılacak davaların, subjektif ehliyet koşulu bulunmadığı gerekçesiyle reddedileceğini,
- Çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını ilgilendiren konularda dava açma ehliyeti geniş yorumlanarak, özellikle yöre sakinlerinin dava ehliyetinin bulunduğu kabul edilse de Anayasa’nın 56.maddesine dayanılarak açılan davalar ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının (TMMOB) kendi görev alanlarını ilgilendiren çevre, imar planı gibi konularda açtıkları davaların işbu davaya ve Baro’ya emsal/dayanak oluşturmayacağını,
gerekçe yaparak Baro açısından davayı ehliyet yönünden reddetmiştir.
b. Dava Açma Süresi Tartışması
İdare mahkemesi, davacıların, dava konusu işlemi 22.06.2014 tarihinde EPDK web sayfasından öğrenerek dava açmalarını da tartışmıştır. Davacıların bir kısmının, 2011 yılında açtıkları bir davanın dilekçesinde “Adana Tufanbeyli’de 450 MGW Enerji-Sa Enerji Üretim A.Ş.ye ait kömürlü termik santrali inşaatı lisansı … EPDK tarafından verilmiştir.” yazdıklarını, ayrıca, yine aynı davacıların 2009 yılında aynı santral için verilen üretim lisansının iptali için dava açtıklarını gerekçe olarak ifade eden Mahkeme, bu davacıların dava konusu işlemden çok önce haberdar olmaları nedeniyle anılan davacılar yönünden davayı süreden reddetmişti.
c. Davanın Esasının Değerlendirilmesi
Diğer davacılar açısından davanın esasını inceleyen Mahkeme; anılan termik santral için verilen 15.02.2006 tarihli ÇED olumlu kararı ile üretim lisansı, işletme ve çalışma ruhsatlarının iptali için dava açılmadığının tespit edildiğini, bu sürede santralin inşaat ve montaj işlemlerinin tamamlandığını ve 25.03.2016 tarihinde Bakanlıkça geçici kabulünün yapıldığını, dolayısıyla mevzuata uygun bir şekilde tesisi edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna vararak, davayı esastan da reddetmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi Kararı
Ankara 18.İdare Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusu yapılmışsa da Ankara Bölge İdare Mahkemesi 8.İdari Dava Dairesi’nin 23.05.2018 tarihli kararı ile davacıların istinaf başvurusu reddedilmiştir.
Danıştay 13.Dairesi Kararı
a. Baronun Dava Ehliyeti
Danıştay Tetkik Hakimi, İdare Mahkemesi kararının sadece Baro’nun dava ehliyeti yönünden reddi kısmının bozulması yönünde görüş vermiş, esas açısından ise değişik gerekçeyle davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Danıştay 13.Dairesi, üye Mürteza Güler‘in karşı oyuyla, oy çokluğuyla Baro’nun bu konuda dava açma ehliyetinin bulunmadığını kabul etmiştir. Karşı oy kullanan Üye Güler ise;
- 10.05.2001 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 4667 sayılı Kanun ile Avukatlık Kanunu’nda yapılan değişiklik sonrasında, baroların, mesleki bir örgüt olmanın ötesinde hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak, korumak gibi bir işlev üstlenmeleri nedeniyle diğer meslek örgütlerinden farklı bir konuma sahip olduğu,
- bu farklı konum gereği, Danıştay kararları ışığında, dava konusu işlemin hukukun üstünlüğünü, hukuk devleti ilkesini, genel kamu yararı, Anayasa ile koruma altına alınan eşitlik, kişinin dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği, kanunsuz suç ve ceza olamayacağı gibi temel insan haklarını ihlal edip etmediğine, yargı kararlarının uygulanmaması veya geçersiz kılınması gibi hukuk devleti ilkesini zedeleyen bir durumun olayda olup olmadığına bakılarak menfaat ilgisinin olaya özgü ancak daha geniş yorumlandığı,
- açılan davanın kamu yararı ve insan haklarının savunulması ile ilgili olması karşısında, Baro’nun dava ehliyetinin bulunduğunun kabulü gerektiği,
gerekçesiyle karşı oy kullanmıştır.
Dava Açma Süresi
Danıştay 13.Dairesi, İdare Mahkemesi’nin bazı davacılar açısından davanın süreden reddini oybirliğiyle, farklı bir gerekçe ortaya koymaksızın uygun bulmuştur.
Kümülatif Etki Üzerinden Esasın Değerlendirilmesi
Daire, dava konusu işlemin esas incelemesi yaparken, ÇED sürecinde “kümülatif etki” ye değinmiştir. “Bir proje yahut proje faaliyetinin, geçmişte ve günümüzde mevcut ve gelecekte makul öngörülebilen faaliyetler ile birlikte çevrede meydana getireceği değişikliklerin incelenmesi” olarak tanımladığı kümülatif etki kavramı üzerinden davanın esasına bakan Daire,
- bu kavramın ilk kez 3.10.2013 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan ÇED Yönetmeliği ile mevzuata girdiğini,
- Yönetmeliğin “Çevresel Etki Değerlendirmesi Genel Formatı” başlıklı 3.numaralı ekinin 3.bölümünde yer alan geçen kümülatif etki kavramının, 26.05.2017 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Yönetmelik’in 20.maddesinin 2.fıkrası ile “‘ÇED olumlu‘ veya ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı bulunan projelerde kapasite artışı ve/veya genişletilmesinin planlanması halinde, planlanan projenin etkileri, mevcut karara esas çevresel etkiler ile birlikte kümülatif olarak değerlendirilir.” şeklinde ayrıca düzenlendiğini,
- davaya konu proje için verilen ‘ÇED Olumlu‘ (15.02.20106) ve ‘ÇED Gerekli Değildir’ (25.01.2008) kararları tarihinde mevzuatta kümülatif etki kavramının bulunmadığını (ÇED kararlarına da dava açılmadığı),
- Adana, Mersin, Hatay ve Osmaniye illeri kapsayan alanda 32 santral için yapılan lisans başvurularının; 5 tanesinde başvurucu tüzel kişilerin vazgeçtiği, 9 başvurunun reddedildiği, 12’sinin önlisans/lisansının sona erdiği, 2’sinde lisansın sona erdirilerek aynı tesis için başka bir tüzel kişiye lisans verildiği, 4 tane lisansın ise yürürlükte olduğu hususunda dosyaya EPDK tarafından bilgi verildiği, buna göre davacıların bölgesel kümülatif etki değerlendirmesi talebine neden olan durumun (aynı bölgede çok sayıda termik santral için lisans verilmesi) büyük ölçüde ortadan kalktığını,
- dava konusu lisanstan sonra bölgede kurulması planlanan bir başka santral için bir başka şirkete verilen üretim lisansına ilişkin ÇED sürecinde tüm hususlar birlikte kümülatif olarak değerlendirilerek ÇED Olumlu kararı verildiğini ve bu karara karşı açılan davanın reddedildiğini, ret kararının kesinleştiğini,
ifade ederek, bu gerekçeyle davanın esasının reddedilmesi gerektiğine hükmetmiştir.
Danıştay onama kararında, dikkat çeken husus, kararın son paragrafında “Öte yandan, Elektrik Piyasası Kanunu, Çevre Kanunu, Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği ve ilgili diğer mevzuat kapsamında tesis hakkındaki denetimlerde, lisansın verdiği haklar dışına çıkılarak veya ÇED raporlarından ve elektrik piyasası mevzuatından kaynaklanan yükümlülükler ihlal edilerek faaliyette bulunulduğunun tespiti halinde lisans sahipleri ve üretim tesisileri hakkında (faaliyetin durdurulması ve hatta lisans iptali dahil olmak üzere) çeşitli yaptırımlar uygulanabileceği açıktır.” denilerek, santralin üretime geçtikten sonraki aşaması için söz konusu olan düzenlemelere atıfla çeşitli hakların anımsatılması olmuştur.
Kararın Değerlendirilmesi
a.Baronun Dava Ehliyeti
Çevre hukukuna dair tartışmalı konuların büyük bir kısmını içeren bu karar süreci dikkate alınmaya değerdir. Baroların dava ehliyetinin oldukça “dar” yorumlanarak, sadece avukatları ilgilendiren meselelere dair dava açılabileceğini kabulü, 2001 yılında Avukatlık Kanunu’nda yapılan değişikliğinin tümüyle göz ardı edilmesi ve kanunkoyucu iradesinin ihlal edilmesidir. Zira, bir meslek örgütü olarak baroların, kanunlarında açıkça yazmasa bile avukatlık mesleğini ve avukatları ilgilendiren konularda davalar açabileceği açıktır.
Anayasa’nın 135.maddesine göre kurulan meslek kuruluşları, yasadan değil, doğrudan Anayasa’dan kaynaklanan yetkilerle faaliyetlerini yürütmektedirler. Bu kapsamda, 2001 yılında yapılan değişiklik, Mahkeme ve Danıştay kabulünün aksine, avukatlar ve barolara diğer meslek örgütlerinden farklılaşan bir sorumluluk ve görev getirmiştir. Bu da genel anlamda hukuk devleti ve insan haklarının savunulması ve korunmasıdır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 28 Temmuz 2022 tarihli kararıyla “sağlıklı bir çevrede yaşam” hakkının bir insan hakkı olarak kabul edildiğini de gözeterek, sağlıklı bir çevrede yaşam hakkının baroların da koruması altında olan bir insan hakkı olarak görülmesi gerektiği, koruma/savunma görevi olan baroların, bu yetki/görev kapsamında dava açabilmelerinin de doğal olduğu açıktır. Bu çerçevede, Baro tarafından açılan davanın ehliyet yönünden reddi, kanımızca yerinde olmamıştır.
b. Dava Açma Süresi
Davanın bazı davacılar açısından süreden reddi konusunda, davacıların bizzat kendi beyanları ve açtıkları başka davaların üzerinden verilen kararı, dosyanın detayına hakim olmadan değerlendirmek yerinde olmayacaktır. Ancak, çevre hukuku kapsamındaki davalarla ilgili süre tartışmalarını basit bir iki düzenleme ile sonlandırmak olası görünmektedir.
ÇED süreçleri ile ilgili Bakanlık web sayfasında duyurular yapılmakla beraber, bu tür projelerin yöre sakinlerinin haklarını doğrudan etkileyeceği kabulü ile teknoloji öncesi döneme ait duyuru/ilan yöntemlerinin yanı sıra özellikle E-Devlet üzerinden ilgili tüm yöre sakinlerine bilgilendirme yapılması, bu tür tartışmaları büyük bir ölçüde sonlandıracaktır. E-devlet uygulamasının giderek artan kapasitesi, özellikle deprem sürecinde vatandaşla iletişimlerin, deprem hak sahipliği gibi uygulamaların buradan kolaylıkla yapılabildiği düşünüldüğünde, bu çözümü yaşama geçirmek zor olmayacaktır. Bu şekilde bir yandan şeffaflık ve çevresel bilgiye erişim sağlanırken diğer yandan da yıllar sonra açılan sürpriz davalarla karşılaşmak olasılığı da azalacaktır.
c. Kümülatif Etki Değerlendirmesi Kavramı ve Davanın Esası
Danıştay, davanın esasını kümülatif etkiye atıfla ele almış ve dava konusu işlem tarihi itibariyle mevzuatta bu kavramın olmadığını, ötesinde, çok sayıda proje/başvuru varken, devam eden/tamamlanan çok az sayıda proje kaldığını, daha önce karara bağlanan bir dosya kapsamında çevresel etki değerlendirmesi yapıldığını belirterek, davayı esastan, bu gerekçeyle reddetmiştir.
Danıştay’ın bu sonuca varırken, dava konusu projenin tamamlanmış ve geçici kabulünün yapılmış olmasını gözettiği düşünülebilir. Özellikle, kararın son paragrafında, üretim aşamasına dair düzenlemelere atıf yapılması, tesis üretime geçtikten sonra, bahsedilen çevresel kaygıları doğrular durumların ortaya çıkması halinde, başka hüküm/düzenlemelere dayalı olarak yaptırımlar uygulanabileceğinin belirtilmesi, davanın devam ettiği süreçte, artık ÇED sürecine atıfla değerlendirme yapılmasının öneminin kalmadığı, Çevre Kanunu’nun başka hükümlerine dayanılarak başka süreçler tasarlanabileceği, ifadesi olarak da yorumlanabilir.
Özellikle Paris İklim Anlaşması’nın onaylanması ile birlikte, Türkiye, ulusal katkı beyanını güncellemiş, termik santrallerin karbon salımı nedeniyle iklim değişikliğinin en önemli sebeplerinden birisi olduğunu kabul etmiştir. Bu nedenle, bu sürecin devamında, mevcut termik santrallerin belirli bir plan ve adil geçiş kavramı dahilinde kapatılması, bununla ilgili yol haritasının belirlenmesi ve gerekirse bir yasal düzenleme yapılması gerekmektedir.
Bu nedenle, ülke olarak elektrik enerjisi üretimi için, stratejik etkin değerlendirmesi süreçleri işletilerek yeni bir strateji belgesi hazırlanmalı, Paris Anlaşması başta olmak üzere tüm diğer uluslararası ve ulusal yükümlülükler kapsamında fosil yakıtlara dayalı termik santrallerin devre dışı bırakılması planlanmalı, bugüne kadar oluşan zararlar için de telafi mekanizmaları oluşturulmalıdır.
Çevre hukukçuları da bu tür süreçlerin disiplinlerarası çalışma gerektiren niteliğini kavrayarak, daha anlamlı, daha doğrudan hukuki araçları üretip kullanabilmek için güncel ve doğru bilgilere dayalı olarak davalarını tasarlamalı, esas noktasında çok önemli olan bu tür davalarda meselenin özünü kaçırmamıza neden olan usuli engellere (dava açma süresi, ehliyet gibi) takılmamak için gereken özeni, profesyonellik ile birleştirerek hak mücadelesine katkılarını artırmalıdırlar.