Mersin’de ikamet eden başvurucular, idarenin Mersin’in Anamur, Bozyazı ve Aydıncık ilçelerini kapsayan alanda gerçekleştirilecek Akdeniz Katı Atık Birliği Katı Atık Bertaraf Tesis Projesi’ne ilişkin olarak 8/6/2015 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir” kararının yürütmesinin durdurulması ve aynı kararın iptali istemiyle Mersin 2. İdare Mahkemesi’nde dava açmıştır. Bu aşamada başvurucular, ÇED tanıtım dosyasında katı atık miktarı ve özelliklerine ilişkin analizin sadece Anamur ilçesi için yapıldığını, diğer ilçelerin dâhil edilmediğini belirtmişlerdir. Tarım arazisi içerisine yapılan evlerin yerleşim yeri olarak kabul edilmediğini, tesis alanına 750 metre mesafede yer altı suyu ve tarım sulama alanlarının bulunduğunu, düzenli depolama alanı olarak seçilen 19,2 hektarlık yerin birinci sınıf doğal orman alanı olduğunu vurgulayan başvurucular, projenin çevre ve insan sağlığını olumsuz etkileyeceğini ileri sürmüştür.
Keşif, Bilirkişi Raporu ve Yürütmeyi Durdurma Kararı
İlk derece mahkemesi, iptal davası sırasında mahallinde keşif yapmış ve bu keşif sonrası bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Bilirkişi raporunda; projenin evsel atıkların düzenli depolanması, geri kazanılması ve kompostlaştırılması işlemlerini kapsayan bir katı atık bertaraf tesisi olduğu belirtilerek “ÇED gerekli değildir” kararı verilirken yapılan hesaplamaların ve değerlendirmelerin yeterli veri, bilgi ve belgeye dayandırılmadığı, su kaynaklarının ve yerleşim yerlerinin dikkate alınmadığı, faaliyetin çevreye etkilerinin yeterince incelenmediği ifade edilmiştir. Yerel mahkeme, söz konusu bilirkişi raporun dayanarak “ÇED gerekli değildir” kararının hukuka aykırı olduğu ve uygulanması hâlinde telafisi güç ve imkânsız zararlar doğabileceği gerekçesiyle yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir.
Ek bilirkişi Raporu
Davalı idare, proje tanıtım dosyasının ciddi bir şekilde incelenmeden bilirkişi raporunun düzenlendiğini iddia ederek itiraz etmiştir. Mahkeme bu itirazı değerlendirmeye alarak ek bilirkişi raporu düzenlenmesine karar verilmiştir. Ek bilirkişi raporunda da birinci bilirkişi raporuna paralel olarak, proje tanıtım dosyasında yerleşik orman köylüleri dikkate alınması gerekirken bu hususun göz ardı edildiği, sadece belli ana yerleşim yerlerinin dikkate alındığı, bu nedenle proje tanıtım dosyasının eksik olarak hazırlandığı belirtilmiştir.
Karar ve Temyiz İncelemesi
Bilirkişi ve ek bilirkişi raporlarına rağmen, yerel mahkeme davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; proje alanının yerleşim birimlerine uzaklığı konusunda mevzuatta aranan mesafe şartının sağlandığı, yakın mesafede yer alan ve yapı kullanma izni bulunmayan küçük yapılaşmaların yerleşim yeri olarak değerlendirilemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucular temyiz başvurusunda bulunmuştur. Danıştay On Dördüncü Dairesi 24/9/2018 tarihinde Mahkeme kararının ve dayandığı gerekçenin hukuka ve usule uygun olduğu gerekçesiyle temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına karar vermiştir.
Bireysel Başvuru Süreci
Başvurucular; özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının, yaşam hakkının, etkili başvuru hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Anayasa Mahkemesi’nin Kararı
Anayasa Mahkemesi, 21/9/2022 tarih ve 2018/34116 başvuru numaralı kararında, öncelikle sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının Anayasa’nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ortak koruma alanında bulunmadığına dikkat çekmiştir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi; daha önce pek çok kararında söz konusu hakkın Anayasa’nın fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması ile ilgili hukuksal çıkarları içeren17. maddesi, özel hayata ve aile hayatına saygıyı güvence altına alan 20. maddesi ve konut dokunulmazlığını düzenleyen 21. maddesi ile bağlantılı olarak incelendiğini belirterek başvurunun değerlendirilebileceğini belirtmiştir.
Anayasa Mahkemesi, söz konusu başvuruda, çevresel etkinin Anayasa’nın 20. maddesi kapsamındaki güvenceleri harekete geçirecek asgari ağırlıkta olması durumunda hukuki incelemeye tabi olacağından bahsetmiştir. Bu bakımdan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı dışında başvuruda ihlal edildiği ileri sürülen hakların ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
Bu kapsamda Mahkeme, ilgili tesis ve bu tesisin doğurduğu faaliyetler sonucu ortaya çıkan çevresel etkiler ile başvurucuların özel ve aile hayatı veya konutunu kullanım hakkı arasında gereğince sıkı bir bağın varlığının başvurunun kabulü için yeterli olacağından bahsetmiştir. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların bahse konu projenin yer aldığı bölgede ikamet etmeleri nedeniyle, özel hayata saygı hakkına yönelik etkisinin Anayasa’nın 20. Maddesi kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olduğunu kararında belirtmiştir.
Karar
1) Anayasa Mahkemesi kararında, çevresel karar alma süreçlerinin karmaşık yapısı nedeniyle kamusal makamların geniş bir takdir yetkisi olduğunu ve söz konusu alanda bir projenin inşası ve işletilmesi hususunda kamusal makamlarca verilen kararın yerindeliğinin denetlenmesinin Anayasa Mahkemesinin görev sınırı içerisinde bulunmadığını belirtmiştir.
2) Başvurucular, derece mahkemelerin kararlarının yeterli bir gerekçe içermediğini vurgulayarak davanın reddedildiğini iddia etmişlerdir. Anayasa Mahkemesi verdiği kararda ilk derece mahkemesi ve Danıştay tarafından başvurucuların iddialarının ayrıntılı olarak değerlendirildiği ve yerinde görülmeme nedenlerinin kapsamlı bir gerekçe ile karşılandığını belirtmiştir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, kamusal makamların olaya gereken özenle yaklaşmadıkları, kamusal ve bireysel menfaatleri gerektiği şekilde değerlendirmedikleri, başvurucuların özel hayata saygı hakkı bağlamında kamusal makamların pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği iddialarını reddederek, Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Değerlendirme
İdari yargı süresince küçük yerleşim yerlilerinde yaşayan orman köylüleri; büyük yerleşim yerlerinde ikamet eden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından ayrı değerlendirilerek hakları ihlal edilebilir bir konuma sokulmuştur. Nitekim, Anayasa’nın 10. maddesi ve AİHS’nin 14. Maddesi gereği küçük yerleşim yerlerinde, tarım arazilerinde yaşayan yurttaşlar, metropollerde yaşayan şehirli yurttaşlarla aynı haklara sahiptirler.
Anayasa Mahkemesi söz konusu olayda özel hayata saygı hakkına yönelik iddiaları değerlendirirken, ilgili tesis ve bu tesisin doğurduğu faaliyetler sonucu ortaya çıkan çevresel etkiler ile başvurucuların özel ve aile hayatı veya konutunu kullanım hakkı arasında gereğince sıkı bir bağın varlığının başvurunun kabulü için yeterli sayarak idari yargı tarafından görmezden gelinen bu noktayı atlamamış ve sonuca bağlamıştır.
Anayasa Mahkemesi yine aynı kararında, çevresel karar alma süreçlerinde idari makamların geniş takdir yetkisini tanıyarak aslında Anayasa ve AİHS sözleşmesinde düzenlenen yaşama hakkı ve özel hayata saygı hakkının ihlalinde hareketsiz kalmıştır. Su kaynaklarının kirletilmesi yaşam; çevresel açıdan tehlikeli bir yerleşim yerinde ikamet ise özel hayata saygı hakkının ihlal edilmesi anlamına gelmektedir. Nitekim, proje için verilen “ÇED Gerekli Değildir” kararı için hazırlanan iki bilirkişi raporu da açıkça proje ile su kaynaklarının ve yerleşim yerlerinin çevresel açıdan tehlikeye gireceğini ortaya koymuştur.
Su kaynakları ve yerleşim yerlerinin çevre kirliliğine maruz kalması doğrudan insan hayatı ile ilgilidir. Ekvador Yüksek Mahkemesi Vilcabamba Nehri için açılan bir davada “kirlilik veya çevresel zarar yaratmayacağı taahhüt edilen bir proje, eğer belli bir tehlike ihtimalini bünyesinde taşıyorsa bu tehlikenin objektif olarak ortaya konması zaman alabilir. Anayasal yargıçlar, ihtiyatlılık ilkesine dayanarak, kirliliği önlemek adına yapılması gerekenleri ortaya koymalı, bu bakımdan yakın bir koruma göstermeli ve doğanın haklarının vasisi olmalıdırlar” kararıyla bu tip projelere ilişkin davalarda Anayasal yargıçlara doğrudan hukuki bir sorumluluk vererek bu hakların vasileri olmaları gerektiğini kayıt altına almıştır.
Bunun yanında Anayasa Mahkemesi, bu tip bir projenin içeriğinin hukuksal değerlendirmesini yerindelik denetimi olarak görmüş ve idarenin takdir yetkisini öncelemiştir.
Anayasa Mahkemesi verdiği kararda ilk derece mahkemesi ve Danıştay tarafından başvurucuların iddialarının ayrıntılı olarak değerlendirildiği ve yerinde görülmeme nedenlerinin kapsamlı bir gerekçe ile karşılandığını belirtmiştir. Bu nedenle de başvurucular tarafından etkili başvuru hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin talepler Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmiştir.