İşçi hakları ve sendikalar dendiğinde, akla gelen bir kaç isimden birisidir, Avukat Murat Özveri. Yıllardan bu yana – kendi deyişiyle 32 yıldır- iş hukuku alanında çalışan Özveri çok net duruşu, hukuk bilgisi ve yorumlama yeteneği ile örnek alınması gereken bir meslektaşımız. İlkelerinden ödün vermeksizin, tarafını baştan ortaya koyarak ama titiz bir hukukçu kimliği ile yer aldığı mücadeleye katkı sunma anlamında pek çok hukukçu-avukattan ayrılan Özveri, ilk baskısı 2023’de yapılan “Türkiye İşçi Hukuku” kitabıyla hukuk tarihinde unutulması imkansız bir katkı sunuyor.
Türkiye İşçi Hukuku
Kızı Emine Ceren Özveri’yi, genç bir yaşta, amansız bir hastalıkla kaybeden Murat Özveri, tüm gelirini, kızının anısına kurduğu Emine Ceren Özveri Vakfı’na (Cerenler Vakfı) bağışladığı, iki ciltlik bu devasa çalışmada, kendi ifadesiyle “işçisiz iş hukukuna itiraz çabası” ndadır. Adıyla bile yeni –daha doğrusu oldukça eski ama unutulmuş– bir kavramı, İşçi Hukuku kavramını ortaya atan Özveri’nin bu çalışması, umuyoruz alanda hak mücadelesine katkıda bulunmaya çalışan tüm hukukçular için sağlam bir dayanak olur.
Bu kitap sadece güçlü hukuki argümanlarla işçi hakları temelinde işçi hukukunun ne anlama geldiği konusunda yılların deneyimine dayalı bir güçlü savunuculuk değil; aynı zamanda, gelirinin tümü, ihtiyaç sahibi gençlere burs sağlamak amacıyla kurulmuş Cerenler Vakfı’na ayrıldığı için bir sosyal dayanışma hareketi anlamına da geliyor.
Türkiye İşçi Hukuku Neyi İfade Ediyor?
Kitabın seçilen başlığı bir özel anlam ifade ediyor. Bunu da yazarı Murat Özveri en iyi ifade edebilirdi. Bu nedenle, kitabın 1.cildi “giriş” yazısını buraya aktararak, sözü Özveri’ye bırakırken kitabı edinmek için Vakıf ilgili sayfasına bakmanızı ve bu sosyal dayanışmanın bir parçası olmanızı öneririz.
Giriş
“Mardin Dara antik kentinde içine girilebilir, büyük bir kent kalıntısı bulunmaktadır. Gezenleri hayran bırakan Dara kentinin çok ilginç bir mezar odası vardır. Mezar odası kat kat yapılmıştır. En alt katta sıradan halkın, kenti kuran işçilerin, kenti kurarken ölenlerin naaşları yer almaktadır. Mezar odasındaki katların en üstüne ise yönetici ve asker sınıfının naaşları konulmuştur. Mezar odasına dev bir bacayı andıran, tavana kadar çıkıp yeryüzüyle bağlantısını sağlayan geçit yapılmıştır. Bu geçidin ne olduğu anlaşılınca mezar odasında yöneticilerin naaşlarının neden en üste konulmuş olduğu da ortaya çıkmaktadır.
Dara antik kentini inşa edenlerin inancına göre, ölüler bir gün dirilip mezar odasından yeryüzüne çıkacaktır. Baca bu çıkışı sağlamak için inşa edilmiştir. Yönetici sınıfın naaşlarının en üstte yer almasının nedeni, diriliş anında öncelikle onların yeryüzüne çıkmalarına olanak tanımaktır. Yani, Dara antik kentinde inşa edilen mezar odası, ölümden sonra da yönetici sınıfın ayrıcalıklı konumunu yitirmemesine engel olacak bir şekilde inşa edilmiştir. Yaşarken kullandıkları imtiyazları ölüp de geri dirildiğinde de kullanmak isteyen yönetici sınıf, kenti inşa edenleri yaşarken ezdikleri gibi ölüp de geri dirilme anında da ezmeyi kendilerinde bir hak olarak görmüşlerdir.
Bu durum sadece Dara antik kentine özgü değildir. İnsanlığın yaptığı her büyük eserin bir yaptıranı, bir de yapanı olmuştur. Hayranlıkla izlediğimiz ve genellikle yaptıranların adlarını yaşatan eserleri izlerken, yapanlar genellikle akla gelmemektedir. Nasıl yaptıkları ve esere kattıkları ter, gözyaşı, kan görülmemektedir. Eser, yapanları değil yaptıranları yaşatmaktadır.
Çalışma ve Çalışanların Aşağılanması
Üstelik çalışma ve çalışanlar çok uzun süre aşağılanmış, çalışma özgür insanlara yakışmayan bir etkinlik olarak görülmüştür. Örneğin, Antik Yunan ve Roma’da çalışma ve çalışanlar küçümsenmiş, çalışma toplumdan dışlanma anlamına gelmiştir. Sanayi devriminden sonra ise bir yandan çalışma kutsanmış, diğer yandan çalışanlar insanlık dışı çalışma koşullarına mahkûm edilmiştir.
Bu kitabın konusu ise aşağılanma, toplumdan dışlanma, toplumun en altında görülme pahasına eserleri yapanlardır. Yaşamı var eden, adı sanı bilinmeyen, binlerce eseri canı pahasına inşa eden, yaşamın nimetlerinden ancak asgari ölçülerde yararlanabilip göçüp giden, mezarları da yaşamları gibi sade olan ve bir nesil sonra unutulanların hak ve hukuklarına odaklanılmaya çalışılmıştır. Bu nedenle kitaba, eser yaratanların hukukunun ilk ortaya çıktığı dönemdeki adı verilmiştir: İşçi Hukuku.
Adı Neden İşçi Hukuku?
Kitabın adını “İşçi Hukuku” olarak saptadığımızda, aslında incelediğimiz bu hukuk alanının adının başlangıçta “İşçi Hukuku” olduğunu, hatta ilk basılı “iş hukuku” kitabı olan ve Ali Fuat Başgil tarafından 1936 yılında yazılan kısa çalışmanın adının “İşçi Hukuku” olduğunu bilmiyordum.
Yaygın biçimde “iş hukuku” olarak kullanılan, kavram karmaşasına neden olmamak için bu kitapta da kullanmak zorunda kaldığımız “iş hukuku” adlandırmasının ise sonradan, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 1919 yılında kurulmasıyla ortaya çıktığını ve yaygınlaştığını da kitabı yazarken öğrendim.
Gördük ki gerçekten de “Hafıza-i beşer nisyan ile malulmüş.” [İnsan hafızasının eksikliği unutkanlığıdır veya unutkanlık insan hafızasının kusurudur] Bu nedenle, birinci bölümde uzun bir özet halinde iş hukukunu tarihsel gelişimi içinde ele almaya çalıştım. Böylece bugün kullandığımız kavramların hangi koşullarda ortaya çıktığını, anlam ve içeriğini nasıl değiştirdiğini izlemek, kavramları oluşum süreçleri içerisinde anlamak ve anlamlandırmak istedim. Bu bölümde çok büyük ölçüde bundan önceki araştırmalardan yararlandım. Halk ozanı Muharrem Ertaş’ın söyleyişiyle, bize miras kalan araştırmaları, sözleri, yapanları saygıyla anarak, onların sözlerini “havalandırmaya” çalıştım.
Kitabımızda yazım tutarlılığı sağlamak için Türk Dil Kurumu ve Dil Derneği’nin çevrimiçi ve basılı sözlüklerinden yararlanılmıştır. İş hukukunda kullanılan kavramların akademide, basında ve diğer yazılı iletişim kanallarında farklı yazılışı göz önüne alınarak, sözcük anlamlarının yanı sıra iş hukuku alanındaki bilimsel çalışmalardan da yararlanılarak kavramsal anlamları doğrultusunda yazılmaları tercih edilmiştir.
Kitabımızın bütününde “kanun” yerine “yasa” denilmesi tercih edilmiş, ancak yasanın resmi adının geçtiği yerde “kanun” denilmiştir.
Alıntılarda hiçbir yazım düzeltmesi yapılmamış; metin, alıntı kaynaktan alındığı şekliyle korunmuştur.
Kısaltmalar, kelime olarak okunur bütünlük taşımadığı sürece kısaltılan harflerin okunuşuna göre ek almıştır.
Kitabın Bölümleri
Kitabımız tarihçe bölümü dahil yedi bölümden oluşmuştur. Tarihsel bölümü takip eden ikinci bolümde iş hukukunun temel kavramları ele alınmıştır. Üçüncü bölümde işçinin haklarıyla işverenin yükümlülüklerine yer verilmiştir. İşin düzenlenmesi ve çalışma hakkı dördüncü bölümde, iş sözleşmesinin sona ermesi ve sona ermenin sonuçları beşinci bölümde, feshin yargısal denetimi ve kıdem tazminatı altıncı bölümde, çalışma yaşamının denetimi, arabuluculuk ve iş yargılaması son bölüm olan yedinci bölümde ele alınmıştır.
İş hukuku çoklu bir disiplindir. Ekonomi, sosyoloji ve doğal olarak hukuk bilimleri iç içe geçmiştir. Kitapta, hemen her kural tarihsel gelişimi içerisinde oluşum süreçleriyle ele alınmaya çalışılmıştır. Olanaklı olduğu ölçüde uluslararası hukuka başvurulmuştur. Kavramlar bu çerçevede ele alınmış, geçirmiş olduğu dönüşümler özetlenmiş, kavramların güncel hali öğreti ve Yargıtay kararları ışığında tartışılmıştır. Yargıtay kararları ilgili olduğu konu boyutuyla verilmiştir. Bu nedenle aynı kararın değişik bölümleri ilgili olduğu yerlerde ayrı ayrı verildiği için, aynı karara bazen birden fazla konuda değinme zorunluluğu doğmuştur.
Otuz iki yıldır iş hukuku alanında çalışan bir hukukçu olarak, somut olay örneklerine yer verilmemesini düşünemezdim; somut olaylar örnek olarak ve çerçeve yazılar içinde genel anlatımı bozmamaya çalışılarak aktarılmıştır.
İş Hukukçusunun Taraf Olma Durumu
Belirtmeliyiz ve vurgulamalıyız ki, kimi temsil ettiğinden bağımsız olarak her iş hukukçusu iş hukukunda taraf olmak zorundadır. İş hukukçusunun işçiyi koruma ilkesi başta olmak üzere, iş hukukunun tüm temel ilkeleri yanında taraf olması, iş hukukunun varlık nedeninden kaynaklanan bir yükümlülüktür. Bu nedenle, iş hukukunun temel ilkelerinden yana, dolayısıyla işçinin haklarını gerçekleştirme doğrultusunda taraf olmayan iş hukukçusunun yükümlülüklerini tam olarak yerine getirdiğini de söylemek olanaklı değildir. Unutulmamalıdır ki iş hukuku insanın doğaya etkide bulunarak eser yarattığı günden bugüne kadar, bu eseri yaratanları korumayı konu edinmiş, sadece bu nedenle var olmuş tek özgün hukuk disiplinidir.
Diğer yandan iş hukuku bir uzlaşmanın ürünüdür. Sistem içi kurallar bütünüdür. Bu yanıyla düzeni değiştirmek, insanın insanı sömürmesini ortadan kaldırmak gibi radikal hedefleri yoktur. Aksine iş hukuku insanın insanı sömürdüğü kapitalist düzenin en alttakilere bir nefes alma olanağı vererek sürdürülmesi için sömürenlerin katlandığı, katlanmak zorunda kaldığı kurallar bütünüdür. İş hukukunun böyle bir uzlaşmanın ürünü olması, iş hukukunun işçiyle işveren arasında denge sağlamak için var olan bir hukuk alanı olduğu anlamına gelmemektedir.
İş hukukunu denge kavramı içerisinde ele almak iş hukukunun varlık nedenine ters düşen bir yaklaşımdır. İş hukuku, kapitalist sistemin sınırlarını zorlayabildiği kadar çok zorlayarak işçiyi korumak için vardır. Uzlaşma, işçi ve işveren arasında denge sağlanmasında değil, işçinin korunması konusunda sağlanmıştır. İşçilerin örgütlü güçlerinin zayıfladığı, sermayenin kendini güvende hissettiği her tarihsel kesitte iş hukukunun koruma amacı, denge kavramı üzerinden sözcüğün tam anlamıyla sulandırılmakta, erozyona uğratılmaktadır.
Bugün iş hukuku, işverenlerin toplumda güçler dengesini kendilerinden yana görünce etkisizleştirmeye çalıştığı, kurallarının ve ilkelerinin esnetildiği, işçisiz iş hukukunun yaratılmaya çalışıldığı bir sürecin içerisindedir.
İşçiler Üretimden Hak Ettikleri Payı Alabiliyor mu?
İşçilerin üretimden hak ettiği payı aldığını, çalışma koşullarının iyileştiğini, işçilerin iş yasaları aracılığıyla korunma gereksiniminin kalmadığını söylemek ise olanaklı değildir. Bir yandan ekonomilerin iş yaratma hızının yavaşladığı, işlerini kaybeden işçilerin yeni iş bulmakta zorlandığı, istihdam güvencesinin ciddi anlamda erozyona uğradığı, işsizliğin yarattığı baskı nedeniyle işçi ücretlerinin düşürülmesine, işçinin daha kötü çalışma koşullarına rıza göstermek zorunda kaldığı bir süreç işlemektedir. Diğer yandan ise işçilerin emek üretkenliği artışının çok gerisinde kalan ücret artışları yaşanmaktadır.
Nitekim, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı OECD üyesi ülkelerde emek üretkenliğinin yılda yüzde 1,5 oranında artmış olmasına karşın, 1995 ile 2013 yılları arasında ortalama reel ücretlerin sadece yüzde 0,8 artmış olduğu belirtilmektedir. Reel ücretlerde yaşanan düşüşler 2022 ve 2023 yılında sürmüştür. OECD üyesi ülkelerde enflasyon karşısında reel ücretlerin eridiği ve düştüğü görülmüştür. OECD üyesi 34 ülkeden 30’unda 2023’ün ilk çeyreğinde yıllık reel ücret artışının negatif olduğu ve reel ücretlerde ortalama %3,8’lik düşüş yaşandığı vurgulanmıştır. Üstelik işçiler her ekonomik krizin bedelini daha fazla hak kaybı yaşayarak ödemek zorunda kalmaktadır.
İşverenler ise yapısal hale gelen işsizliğin baskısından yararlanmakta, ekonominin iyileşmesi için işçinin korunmasından vazgeçecek veya korumayı etkisizleştirecek yasal düzenlemeler için siyasi iktidarlar lobicilik yapmaktadır. İşsizlik, büyüyen kayıtdışı istihdamın ve atipik istihdamın yaygınlaşmasını beraberinde getirmiştir. Ortaya bir kısır döngü çıkmıştır. İşsizlik atipik istihdama, atipik istihdam güvencesiz çalışmanın yaygınlaşmasına, güvencesiz çalışma koruma mevzuatının işçi aleyhine aşınmasına neden olmaktadır. İşçilerin korumasız kalması bu kısır döngüyü yapısal hale getirmektedir.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 2023 küresel tahminine göre ise küresel işsizlik oranı 2023 yılında yüzde 5,8 olacaktır. İşsizlik, OECD üyesi ülkelerde Mayıs 2023’te yüzde 4,8, AB üyesi ülkelerde Mayıs 2023’te yüzde 5,9 olmuştur.
Diğer yandan, işsiz kalınca geçimini sağlamak için kendilerini bir an önce iş bulmak zorunda hisseden işçilerin ücret ve sosyal haklarından ödün vermeyi kabul etmek zorunda kaldıkları belirtilmektedir. Nitekim, ILO verileri dayanak gösterilerek, 2015 yılında küresel düzeyde işgücünün yalnızca yüzde 26’sının “tam veya yarı zamanlı olarak herhangi bir türde sürekli istihdama” sahip olduğu, geri kalan yüzde 74’ünün geçici iş sözleşmeleriyle veya kayıtdışı, gerçekte işverene bağımlı çalışırken kendi nam ve hesabına çalışıyormuş gibi gösterildiği vurgulanmıştır.9 Üstelik, güvencesizlik işçilerin örgütlenerek hak aramalarının önünde de ciddi bir engel haline gelmiştir.
Güvencesizlik, Sendika Yoğunluğu Azalması ve TİS’den Yararlanma Oranlarının Düşmesi
Bir başka anlatımla güvencesizlik arttıkça, örgütlü hak arama süreci de zayıflamaktadır. Bu zayıflamayı sendika yoğunluğu rakamlarından izlemek olanaklıdır. OECD üyesi ülkelerde 1985 yılında yüzde 30 olan sendika yoğunluğu, 2016 yılında yüzde 16’ya düşmüştür. Aynı dönemde toplu sözleşmeden yararlanan işçilerin oranı yüzde 45’ten yüzde 32’ye gerilemiştir. Küresel sendika yoğunluğunun ise 2014 yılında sadece yüzde 7 olduğu vurgulanmıştır.
Sendika yoğunluğu 2019 yılına gelindiğinde ise yüzde 15,8’e gerilemiştir. Diğer yandan OECD üyesi ülkeler içinde 2022 yılında geçici iş sözleşmesiyle çalışanların oranı, toplam istihdam içinde yüzde 11,3, AB üyesi ülkelerde ise ortalama yüzde 14 olmuştur.
OECD üyesi ülkeler içinde 2022 yılında part-time (yarı zamanlı) çalışanların oranı ise toplam istihdam içinde yüzde 16,1, AB üye ülke ortalamasında yüzde 14,5’tir. Toplu sözleşmeden yararlanan işçilerin oranı 2016 yılında yüzde 45’ten yüzde 32’ye düştükten sonra artmamıştır. Gerçekten de 2019 yılında, aradan üç yıl geçmiş olmasına karşın, toplu sözleşmeden yararlananların oranı yüzde 32,1 düzeyinde kalmıştır. ILO verilerine göre ise 2019 yılında çalışanlar içinde sendika yoğunluğu yüzde 16,8 olmuştur.
Tüm bu sürecin işçilerden yana dönüştürülmesi, işçilerin güvencesizlik cenderesinden çıkmaları, işverenlerin güvencesizlikten yararlanmalarının engellenmesi etkin bir iş hukukunun varlığını gerektirmektedir. Bu nedenlerle iş hukukunun koruma amacının erozyona uğratılmasına iş hukukunun temel ilkelerini ön plana çıkararak itiraz etmek gerekmektedir.
Bu kitap bir tek cümleyle belirtmek gerekirse, işçisiz iş hukukuna itiraz çabasıdır. İş hukukunu gerçek amacıyla uyumlu var etmeye çalışanların itirazlarına bir nebze olsun katkı sağlarsa, çalışma amacına ulaşmış olacaktır.”