Sürdürülebilirlik, en önemli güncel sorunlarımızdan biri olarak gerek uluslararası kurum ve kuruluşların, gerek devletlerin, gerekse özel sektör oyuncularının ajandasında en üst sıralarda yer almaktadır. Bu alanda yapılan çalışmalarda ve hazırlanan raporlarda sürdürülebilirlik ile sürdürülebilir kalkınma kavramlarının genellikle birbirleri yerine kullanıldığı görülmektedir.
Sürdürülebilirlik ve Kalkınma
Sürdürülebilirlik, bilimsel bir terim olarak, “bir kişiyi, sistemi ya da alışkanlığı sonsuz bir zaman dilimi içerisinde sürdürebilme” olarak tanımlanmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma ise Dünya Komisyonu’nun Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun hazırladığı Brundtland Raporu’nda yapılan tanım çerçevesinde “gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yetisini kısıtlamaksızın bugünün ihtiyaçlarının karşılanabildiği kalkınma şekli” olarak tanımlanmıştır. Bu bağlamda sürdürülebilir kalkınma hedefi, “gerçekleştirilmesi gereken küresel bir amaç” ya da “gelecek nesiller için taşımamız gereken ahlaki bir zorunluluk” olarak görülmektedir.
Sürdürülebilirliğin ve sürdürülebilir kalkınmanın en önemli üç ayağı; çevre, ekonomi ve toplum olarak sayılmaktadır. Sürdürülebilirlik, bu üç unsurdan biri ya da birkaçının geliştirilmesi ile değil, ancak ve ancak bu üç unsurun eş zamanlı ve dengeli bir şekilde, birlikte geliştirilmesi suretiyle sağlanabilecektir. Bu üç unsurun birlikte geliştirilmesi sürecinde devletlere ve firmalara büyük rol düşmektedir. Özel sektör tarafında, daha sürdürülebilir iş yapış şekillerinin benimsenmesi suretiyle sürdürülebilir kalkınmaya katkı sağlanması, karbon ayak izlerinin azaltılması, çevre dostu ürün ve hizmetlerin tasarlanması ve tedarik zincirinin her aşamasında çevresel kaygıların güdülmesi beklenmektedir.
Ancak uygulamada karşılaşılan durum “greenwashing” olarak adlandırılan ve firmaların tüketiciler gözünde kendilerini çevre dostu olarak konumlandırmak suretiyle, marka imajını değiştirerek pazarlama faaliyetlerini desteklemesidir. Bir diğer deyişle, firmalar, kar marjlarını artırmak için sürdürülebilirliği bir araç olarak kullanmakta olup sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek için gerçek motivasyondan yoksundurlar.
Rekabet Politikası ve Hukuku
Rekabet, ekonomik birimlerin serbest piyasa ekonomisi içerisinde birbirleriyle rekabet etmek suretiyle daha kaliteli, çeşitli, yenilikçi ürün ve hizmetleri tüketicilerle daha uygun fiyatlarla buluşturmasını sağlayan kilit bir mekanizmayı ifade etmektedir.
Piyasalardaki temel rekabet parametreleri; arz, talep, fiyat, maliyet, kalite, çeşitlilik, yenilikçilik olarak sıralanabilecektir. Bu rekabet parametreleri, ekonomik birimlerin birbirleriyle rekabetinin farklı boyutlarını teşkil etmektedir. Ekonomik birimler ise, amacı karı ençoklamak olan firmalar olarak düşünülebilecektir. Nihayetinde rekabet politikası, tüketici refahı kavramı ile doğrudan ilişki halinde olup piyasalardaki rekabetin bozulmasının ya da kısıtlanmasının engellenmesi suretiyle sağlıklı bir rekabet ortamının temin edilmesi ve tüketici refahının artırılması kaygısını taşımaktadır.
Peki rekabet politikası çerçevesinde ekonomik birimlerin maliyetleri azaltma, üretimi artırma, daha çeşitli ve daha kaliteli ürünleri tüketicilere daha uygun fiyatlarla sunma gibi amaçları gerçekleştirirken, bu amaçlara ulaşmak için izlenen yol, sürdürülebilirliğin temel ilkeleriyle çeliştiği takdirde rekabet hukukunun duruşu nasıl olacaktır? Günümüzde rekabet hukuku kapsamında sürdürülebilirliğe ilişkin birçok tartışmanın çıkış noktasının bu soru olduğu görülmektedir.
Ekonomik birimler ve onların faaliyet göstereceği piyasaları düzenleyen devletler, rekabetin artırılması amacıyla harekete geçtiklerinde izleyecekleri yöntem ve metotların, sürdürülebilir olmayan politikaları teşvik edeceği yönünde bir yanılgıya düşülmektedir. Dolayısıyla sürdürülebilirlik konusuna rekabet hukuku perspektifinden bakıldığında, konunun yanlış bir zeminde ele alınmaya başladığı görülmektedir. Bu durum, rekabet otoritelerini zor bir duruma sokmaktadır.
Sürdürülebilirlik ve Rekabet
Rekabet otoriteleri bir yandan, “sürdürülebilirlik” gerekçesi arkasına saklanan kartellere, iş birliği anlaşmalarına, hâkim durumun kötüye kullanılması gibi eylemlere göz yummayacağını göstermeye çalışmakta, bir yandan da sürdürülebilirliği desteklemek ve bunu tüketici faydasının bir parçası olarak ele aldığını vurgulama ihtiyacı duymaktadır.
Bu durumlarda ilki için verilebilecek önemli bir örnek, sürdürülebilirlik teması arkasına gizlenmiş kartellerden birine Avrupa Komisyonu’nun ağır bir ceza uygulamasıdır. Üç büyük deterjan üreticisi olan Unilever, Henkel ve Procter&Gamble’ın toz deterjan pazarında kurdukları kartel nedeniyle Avrupa Komisyonu bu teşebbüslere toplam 315 milyon Avro idari para cezası vermiş, Henkel Komisyon nezdinde ihlali ortaya çıkardığı için cezadan muaf tutulmuştur.
Bu üç firma, sekiz Avrupa Birliği ülkesinde, 2002’den 2005’e kadar toz deterjan ürünlerinin fiyatlarını belirlemiş, rekabete duyarlı bilgi paylaşımında bulunmuş ve pazardaki konumlarını rekabet etmeden korumuştur. Anılan kartel, bu üç teşebbüsün deterjan ürünlerini çevre dostu hale getirmek üzere tasarlanan bir program çerçevesinde başlatılmış olup Komisyon’a göre, sürdürülebilirlik kaygısıyla bu üç firma tarafından başlatılan bu program, bir kartele sebep olmamalı ya da bir karteli kolaylaştırmamalıdır. Anılan firmaların Komisyon’un bu kararının iptali için temyiz sürecini başlatmamaları sonucunda karar kesinleşmiştir.
Sorulması ve üzerinde düşünülmesi gereken asıl soru, “sürdürülebilirlik mi, rekabet mi?” sorusu değildir. Aksine, üzerinde düşünülmesi gereken ilk soru, rekabet hukukunun sürdürülebilirliği amaç edinmesi gerekip gerekmediği ve diğer soru ise rekabet hukukunun sürdürülebilirliği nasıl ele alması gerektiğidir. Aşağıda bu sorulara özet yanıtlar sunulmaya çalışılacak ve yanıtlar mümkün olduğu ölçüde örnek içtihat ile desteklenecektir.
Normatif Soru: Rekabet hukuku sürdürülebilirliği amaç edinmeli midir?
Peki rekabet hukuku, sürdürülebilirlik kaygılarını bir rekabet parametresi olarak ele almalı mıdır? Bu soruya verilecek yanıt, olması gerekeni ortaya koyacağından ve bir değer yargısını içereceğinden, normatif bir nitelik taşıyacaktır. Bu soruya henüz yanıt vermeden, bir soru daha doğmaktadır: Rekabet hukukunun sürdürülebilirliği bir parametre olarak ele alması gerektiğine rekabet otoriteleri karar vermeye yetkili midir?
Kimi akademisyenler tarafından, rekabet hukuku kapsamında sürdürülebilirliğin bir amaç haline getirilmesinin ancak ve ancak o ülkenin hukuk düzeni içerisinde kanun yapıcılar tarafından belirlenmesi gerektiği yönünde görüşleri savunmaktadırlar. Bu düşünme şekli kanaatimce yerindedir. Nitekim, bir ülke sınırları içerisinde pozitif hukuk kapsamındaki mevzuat sürdürülebilirliğin sağlanmasına ve sürdürülebilir kalkınmanın teşvik edilmesine zemin hazırlamazken, rekabet hukuku ya da rekabet politikası, tek başına böyle bir gaye güttüğünde, bu durum etkinlikten çok etkinsizlik doğurabilecektir. Sürdürülebilirliğin sağlanması, devlet düzeyinde bir politika tercihi olup topyekün bir çabayı gerektirmektedir.
Zira rekabet hukukunun temel amacı olan tüketici refahının ençoklanması, öncelikle hangi refah unsurlarının tüketici refahı kapsamında olduğu hususu üzerinde toplumsal bir uzlaşmayı gerektirmektedir. Örneğin fiyatların yüksekliği, tüketici refahının tartışmasız en önemli unsurudur. Kalite, yenilikçilik, ürün çeşitliliği gibi unsurlar da tüketici refahı ile doğrudan ilintilidir. Günümüzde dijital pazarların yükselişi ve büyük verinin bu piyasalardaki ağırlığının artmasıyla, dijital platformların kişisel verilerin ve gizliliğin korunması noktasında kullanıcılara sunduğu hizmet de önemli bir rekabet parametresi haline gelmiştir.
Kanaatimce tüketiciler bakımından önem atfedilecek olan sıradaki husus, sürdürülebilirliktir. Tüketiciler, ormanların yok olduğunu, su kaynaklarının kuruduğunu, havanın kirlendiğini, doğal hayatın sona erdiğini gördükçe; hem kendi gelecekleri hem de gelecek nesiller için kaygılanarak, firmalardan ve devletlerden daha sürdürülebilir politikalar beklediklerine dair her mecradan sinyaller göndermeye başlayacaklardır.
Tüketiciler, bir ürünün fiyatının uygun olmasını, yüksek kalitede olmasını, ürünün farklı alternatiflerinin de piyasada bulunmasını, ürünün yenilikçi olmasını istedikleri kadar; ürünün çevreye zarar vermemesini ve hatta çevre için faydalı olmasını isteyeceklerdir. Ancak ve ancak tüketici tarafında böyle bir talep oluştuğunda, özel sektör oyuncuları sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek için gerçek motivasyona sahip olacaklardır.
Tüketicilerin sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma konusunda bilinçlenmesi ve bunu özel sektörden talep edebilmesi için, devletlere önemli bir rol düşmektedir. Kamunun bu alanda bilinçlendirilmesi ve farkındalığın artırılması, sürdürülebilirliğin ön plana çıkabilmesi için gerekli hukuki ve idari zeminin hazırlanması devletin sorumluluğundadır. Bir diğer deyişle, topyekün mücadeleyi başlatacak olan devlet, ivmelendirecek olan ise tüketicilerdir.
Normatif soruya geri dönülecek olursa, rekabet hukuku sürdürülebilirliği amaç edinmelidir, denebilecektir. Ancak rekabet hukuku kapsamında sürdürülebilirlik, tüketici refahı ile örtüştüğü ölçüde amaç edinilmelidir. Tüketicilerin sürdürülebilirliği bir refah unsuru olarak görmeleri ise, yukarıda değinildiği üzere, devlet tarafından başlatılacak olan ve tüketiciler tarafından ivmelendirilerek özel sektöre yansıtılacak olan topyekün mücadeleye bağlıdır. Devlet sürdürülebilirliği bir politika olarak tercih etmemişse, tüketiciler sürdürülebilirliği refahlarının ayrılmaz bir parçası olarak görmüyorsa, rekabet hukuku kapsamında sürdürülebilirliğin önceliklendirilmesi, bu hukuk dalının kendi amacı dışına taşarak kaynaklarını etkinsiz kullanması anlamına gelecektir.
Teknik Soru: Rekabet Hukuku Sürdürülebilirliği Nasıl Ele Almalıdır?
“Nasıl” sorusu en temelinde, sürdürülebilirlik perspektifinden bakıldığında zararlı olarak görülen bir davranışın, rekabet hukuku kapsamında yasaklanmasının ya da engellenmesinin mümkün olup olmayacağı ve mümkünse bunun nasıl yapılabileceğini sorgulamaktadır. Ayrıca, rekabeti kısıtlayan anlaşmaların sürdürülebilirlik bakımından olumlu sonuçlar doğurmasının beklenmesi halinde, rekabet hukuku uygulamasından muaf tutulup tutulamayacaklarına ve tutulacaklarsa bunun nasıl olacağına ilişkindir.
Buna göre, sürdürülebilirlik tüketiciler tarafından değer atfedilen bir unsurdur. Ancak tüketiciler sürdürülebilirliğe farklı düzeyde değer atfetmekte dolayısıyla tüketici algısı bakımından sürdürülebilirliğe karşı heterojen bir yaklaşımın olduğu söylenebilecektir. Tüketicilerin bu algısı karşısında rekabet otoriteleri, bir ürünün çevre dostu olmasını, o ürünün kalitesinin bir unsuru olarak görme eğilimindedir. Bu yaklaşıma göre firmaların, daha sürdürülebilir ürünler üreterek ürün kalitesini artırmak ve tüketicilere daha yüksek kalitede ürünler sunarak birbirleriyle rekabet etmeleri gerekmektedir.
2017’de Fransız Rekabet Otoritesi, PVC pazarında faaliyet gösteren teşebbüslerin reklam faaliyetlerinde ürünlerin çevreye etkilerine ve çevresel performanslarına ilişkin bir açıklama yapmamak üzerinde anlaşmalarını rekabet karşıtı olarak değerlendirmiş ve bu firmalara idari para cezası uygulamıştır. Federal Ticaret Komisyonu da Panasonic/Sanyo devralma işlemini değerlendirirken, çevrenin korunması bakımından kritik öneme sahip olan ve çevre dostu pillerin (NiMH bataryaları) üretimi ile iştigal edilen iş kolunda rekabetin azalmaması için, bu iş kolunun işlem taraflarından ayrılarak hayatta kalmasını sağlamıştır.
Avrupa Komisyonu ise, BMW, Daimler ve VW arasında akdedilen ve emisyon temizleme teknolojisinin kullanımını sınırlayan anlaşmayı rekabete aykırı bulmuş ve teşebbüslere yaklaşık 900 milyon Avro idari para cezası vermiştir. Dizel yakıtlı otomobillerin egzoz gazlarındaki nitrojen oksidi azaltmak üzere kullandıkları seçici katalitik indirgeme teknolojisinin yaygınlaşmasını önlemek üzere rekabetten kaçındıkları gerekçesiyle anılan teşebbüslere verilen bu ceza, Komisyon’un sürdürülebilirliği tüketici refahının bir unsuru olarak görmeye başladığını ortaya koymaktadır.
Yukarıdaki örnek rekabet otoritesi kararlarında görüldüğü üzere sürdürülebilirliğe ilişkin kaygılar halihazırda rekabet hukuku kapsamında dikkate alınmaktadır. Rekabet otoriteleri tüketici refahının bir parçası olarak gördükleri sürdürülebilirlik unsurunu doğrudan korudukları ve aksi halde müdahalelere başvurdukları gibi, sürdürülebilirliği koruyan ve bu suretle etkinlik artışları yaratan ve fakat rekabeti kısıtlayan anlaşmaları da rekabet hukuku uygulamasından muaf tutacaklarının sinyalini vermektedir.
Sürdürülebilirlik konusunda tüm piyasa oyuncuları nezdinde bilinç düzeyi arttıkça bu alandaki kaygıların rekabet hukukundaki ağırlığının artması ve sürdürülebilirliğin tartışıldığı içtihadın zenginleşmesi beklenmektedir.
Not: Bu makale Üstad Dergi 14.sayısında (Kış 2022) yayınlanmıştır.