2025 yılının ilkbaharında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan İklim Kanunu Teklifi, yalnızca çevre politikalarının değil, aynı zamanda kamuoyunun düşünme biçiminin de merkezine yerleşti. Bu yasa tasarısı hakkında dile getirilen görüşler, kısa sürede teknik ayrıntıların ötesine geçerek, bir toplumsal kırılmanın izlerini taşımaya başladı. Tartışmaların seyri, sadece çevreye değil, bilgiye, bilime, kamusal sağduyuya ve hatta hukukun geleceğine ilişkin güçlü ipuçları sundu.
Türkiye’de uzun yıllar boyunca büyük bir mutabakatla kabul edilen “iklim değişikliği gerçeği”nin yerini, bir anda ortaya çıkan komplo teorileri ve şüphe kültürü aldı. “Bu yasa küresel elitlerin Türkiye üzerindeki kelepçesidir”, “Bayramlar yasaklanacak”, “Tarım bitecek, yapay gıdalar dayatılacak” gibi ifadelerle örülen bu yeni söylem, yalnızca bir çevre politikasına değil, ortak akla da yöneltilmiş bir meydan okumayı temsil ediyor.
Bu tabloyu ciddiyetle ele almak gerektiğine inanıyoruz. Çünkü iklim krizinin kendisi gibi, iklim inkârcılığı da toplumsal dokuyu kemiren, karar süreçlerini felç eden bir etki yaratıyor.
Tam da bu nedenle, hukuk, çevre ve teknoloji kesişiminde kamusal aklı güçlendirmeyi; Avukatlık Kanunu’nun 2/1 fıkrasında “hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamak” olarak ifade edilen avukatlık mesleğinin amacını gerçekleştirmeyi hedefleyen ForsetiLab girişimi, bu sürece sessiz kalmadı. Peş peşe gerçekleştirdiğimiz ForsetiLab 1 ve ForsetiLab 5 oturumlarında, “Türkiye’nin İklim Kanunu”na yönelik eleştirileri mercek altına aldık. Komplo teorilerini, yapıcı sistem eleştirilerinden ayırarak, bu yasa teklifinin eksiklerine rağmen neden gerekli olduğunu tartışmaya açtık.
Bu yazı, o tartışmaların doğal bir devamıdır. Aynı zamanda, küresel ölçekte karmaşık, çok aktörlü çevre sorunları karşısında hangi düşünsel ve pratik modellerle ilerleyebileceğimiz sorusunu da masaya yatırmayı amaçlıyor. Bu bağlamda, Massachusetts Institute of Technology (MIT) bünyesinde çalışan Prof. Dr. Mark Klein’ın “Crowd-Scale Pareto-Deliberation” (Kitlesel Ölçekli Müzakere) yaklaşımı, yalnızca bir akademik model değil, içinde bulunduğumuz bu tıkanmayı aşmak için somut bir teklif olarak ele alınabilir.
İklim Yasasına Karşı İtirazlar: Gerçek Eleştiri mi, Toplumsal Refleks Bozukluğu mu?
2021 yılında Paris Anlaşması’nı imzalayarak 2053 Net Sıfır hedefini ilan eden Türkiye, bu hedefe yönelik ilk kapsamlı adımı 2025’in Şubat ayında Meclis’e sunulan İklim Kanunu Teklifi ile atmaya hazırlanıyordu. Ancak bu adım, uzun süredir çevre politikaları konusunda ortak bir zeminde buluşmuş görünen siyasi yelpazede ani bir fay hattı yarattı. Daha önce iklim krizini yüksek sesle dillendiren pek çok siyasi aktör, yasa Meclis gündemine geldiğinde ya sessizleşti ya da “hızlı getirildiği”, “temsil eksikliği” ve “küresel baskıların ürünü olduğu” gerekçesiyle geri çekilmesini talep etti.
Dahası, komplo teorileri neredeyse kitlesel bir söylem haline geldi. “İklim bilimi sahtekârlık”, “Yapay gıdalar zorunlu olacak”, “Kurban Bayramı yasaklanacak” gibi ifadeler, çok kısa sürede meşru kamuoyu tartışmalarına dahil oldu. Türkiye’de bu tür temaların taşıyıcısı olan gruplar marjinal düzeydeyken, bu kez yankıları çok daha geniş oldu. Tıpkı dünya genelindeki “düz dünya”, “aşı karşıtlığı” ve “küresel elit korkusu” gibi komplocu dalgaların yükselişine benzer bir yönelim yaşandı.
Bu noktada önemli bir ayrım yapmak gerekir:
- Yasa taslağını teknik ve politik olarak eleştirmek, yani piyasa temelli çözümlerin çevreyi korumadaki sınırlılıklarını tartışmak;
- Ve bilimsel gerçekliği, emekçilerin kaygılarını ya da gezegenin sınırlarını yok sayarak iklim krizini bir aldatmaca gibi göstermek…
Bu ikisini karıştırmak, sadece aklı değil; geleceğimizi de tahrip etmek anlamına gelir.
Bu ortamda, “Bu yasa yeterli mi?” değil, “Bu yasa gerekli mi?” sorusunu merkeze alarak tartışmayı derinleştirmeye çalışmalıyız. Çünkü iklim krizinin bugün doğrudan etkilediği alanlardan biri olan tarımsal üretim, Türkiye gibi su stresi yüksek, kırılgan bir ülkede siyasi manevra alanının ötesine geçen bir aciliyet taşıyor.
Dahası, 2026’dan itibaren Avrupa Birliği’nin devreye alacağı Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM) nedeniyle Türkiye’nin yıllık 1,8 ila 2 milyar Euro arasında karbon vergisi ödemesi gündemde. İklim Kanunu’nun yokluğunda, bu ödemeler, ülke içinde dönüşüm için kullanılması gereken kaynakların doğrudan Avrupa’ya aktarılması anlamına gelecek.
Bu noktada artık yalnızca çevresel ya da ahlaki bir tercihten değil; sosyal adalet ve ekonomik egemenlik meselesinden söz ediyoruz.
Peki, böylesine çok katmanlı bir meselede, sadece uzmanların değil; toplumun tamamının sürece katılması mümkün mü?
İşte burada, yazının üçüncü bölümünde ele alacağımız, Prof. Dr. Mark Klein’ın “Crowd-Scale Pareto-Deliberation” (Kitlesel Ölçekli Müzakere) modeli devreye giriyor.
İDDİA |
GERÇEK |
“İklim Kanunu tarımı yok edecek.” |
Kanun, tarımı kısıtlamak yerine iklim değişikliğinin tarım üzerindeki olumsuz etkilerinden korumayı amaçlıyor. Tarım sektörünün dayanıklılığını artırmaya yönelik tedbirler ve teşvikler içeriyor. |
“Kanun Kurban Bayramı’nı yasaklayacak.” |
İklim Kanunu taslağında hayvansal gıda tüketimi veya dini uygulamalara ilişkin herhangi bir kısıtlama bulunmuyor. Bu tür iddialar tamamen asılsızdır. |
“Bu sadece AB’nin bir dayatması.” |
İklim değişikliği küresel bir sorundur ve Türkiye’nin kendi çıkarları doğrultusunda harekete geçmesi gerekiyor. Kanun, Türkiye’nin AB’ye uyum sağlamasına yardımcı olsa da, asıl amacı ülkenin kendi sürdürülebilir kalkınmasını desteklemektir. |
“İklim değişikliği varsa neden hala kar yağıyor?” |
İklim, kısa vadeli hava durumundan farklıdır. Küresel ısınma, aşırı hava olaylarının (şiddetli kar fırtınaları dahil) sıklığını ve şiddetini artırabilir. Belirli bir günde veya yerde görülen soğuk hava, küresel ortalama sıcaklıkların yükseldiği gerçeğini değiştirmez. |
“Bilim insanları arasında fikir birliği yok.” |
İklim bilimcilerin %97’den fazlası, mevcut iklim değişikliğinin insan faaliyetlerinden kaynaklandığı konusunda hemfikirdir. Bu oran, tıpta sigara ve akciğer kanseri arasındaki ilişki konusundaki uzlaşıya benzer düzeydedir. |
“Sanayi devrimi öncesinde de CO₂ seviyeleri yüksekti.” |
Jeolojik kayıtlar, son 800.000 yılda atmosferik CO₂ seviyelerinin hiçbir zaman şimdiki kadar yüksek olmadığını gösteriyor. Bugünkü seviye (410+ ppm), sanayi öncesi dönemin (280 ppm) çok üzerindedir. |
“İklim politikaları ekonomiyi mahvedecek.” |
Stern Raporu ve diğer ekonomik analizler, iklim değişikliğiyle mücadele etmemenin maliyetinin, harekete geçmenin maliyetinden çok daha yüksek olacağını gösteriyor. Yeşil ekonomiye geçiş, yeni iş alanları ve inovasyon fırsatları yaratıyor. |
“Türkiye’nin emisyonları önemsiz, büyük ülkeler önce harekete geçmeli.” |
Her ülkenin katkısı önemlidir. Türkiye, G20 ülkeleri arasında emisyonları en hızlı artan ülkelerden biridir. Ayrıca, iklim liderliği ekonomik ve diplomatik avantajlar sağlayabilir. |
Toplumsal Akıl Nasıl Örgütlenir? Prof. Mark Klein’dan Öğrenilecekler
Massachusetts Institute of Technology (MIT) bünyesindeki Collective Intelligence Center’da çalışmalarını sürdüren Prof. Mark Klein, küresel krizlerin çözümünde yalnızca “bilimsel bilgi”nin değil, aynı zamanda “örgütlenmiş toplumsal aklın” devreye girmesi gerektiğini savunuyor. Onun geliştirdiği model, bugün Türkiye’de iklim yasası gibi geniş etkili ve çok aktörlü bir düzenleme sürecine yeni bir yaklaşım sunabilir.
Klein’ın modeli, özellikle karmaşık, çok paydaşlı ve çatışmalı meselelerde toplumun daha iyi çözüm önerileri üretmesini ve bu öneriler arasında daha adil seçimler yapılmasını amaçlıyor. Adı: Crowd-Scale Pareto-Deliberation (Kitlesel Ölçekli Müzakere).
Bu model üç temel sorunu hedef alıyor:
⸻
1. Yetersiz Fikir Üretimi
Mevcut sosyal medya ve geleneksel katılım araçları, fikir üretiminde “popüler ama sığ” görüşlerin öne çıkmasına neden oluyor. Sessiz çoğunluğun katkısı görünmez kalıyor. Klein’a göre bu, “uzun kuyruğun” kırılması demek: Kalabalığın içindeki özgün ama marjinal fikirler sistemin dışına düşüyor.
2. Hatalı Değerlendirme
Sosyal medya platformlarında fikirler, “argümana dayalı tartışma” değil, “beğeni sayısı” üzerinden değerlendiriliyor. Bu da yanlış bilgi, duygu sömürüsü ve kutuplaşmanın daha fazla görünür olmasına yol açıyor.
3. Kilitlenmiş Karar Alma Süreçleri
Karmaşık müzakerelerde genellikle sıfır-toplamlı pazarlık yapılır. Halbuki bu tarz çatışmalar çoğunlukla tarafların tamamı için kötü olan “pareto-altı (pareto-inferior)” sonuçlara yol açar. Yani kimse kazanmaz, herkes kaybeder. Bunun yerine “pareto-optimal” çözümler aranmalıdır: En azından bir taraf kazanç elde ederken diğerleri kaybetmez.
Klein’ın Önerisi: Deliberatorium (Müzakere Platformu)
Bu modelin kalbinde, fikirlerin yalnızca sıralandığı değil, haritalandığı ve gerekçeleriyle birlikte analiz edildiği bir sistem var: Deliberation Map (Müzakere Haritası).
Bu yapı üç aşamalı bir süreç önerir:
1.Yapılandırılmış Fikir Üretimi
Soru-cevap formatında, katkıların açık ve sistematik biçimde girildiği dijital platformlar. Her fikir “neden” ve “nasıl” gibi bağlantılarla haritaya yerleştirilir.
2.Fikirlerin Ayıklanması
Geleneksel oylama yerine, zayıf fikirlerin ayıklandığı bir sistem (“bag of lemons”) önerilir. Kalabalık, en iyiye değil, en kötülere odaklanarak onları eler. Bu yöntemle geriye en az tartışmalı, en sağlam temelli fikirler kalır.
3.Pareto-Optimal ( En Uygun Denge) Filtreleme
Son aşamada, tüm katılımcılar için en az zararla en fazla fayda sağlayan çözümler belirlenir. Bu, klasik “oy çokluğu” değil; uzlaşmaya dayalı bir modeldir. Nihai karar yine bir siyasi irade ya da platforma bağlıdır; ancak zemin daha adil biçimde oluşur.
Peki, bu model Türkiye’de neden önemli?
Çünkü Türkiye’de iklim politikaları, yıllardır yalnızca teknik bürokrasinin ya da uluslararası baskıların yönlendirdiği bir alandı. Oysa bu süreç, çiftçiden sanayiciye, emekçiden öğrenciye herkesin etkileneceği bir dönüşüm içeriyor. Ve ne yazık ki bu dönüşüm, geniş katılımlı, fikirlerin birlikte yoğrulduğu bir kolektif süreçle değil; sadece destekle ya da karşı çıkmayla anılıyor.
İşte bu yüzden diyoruz ki:
“Bu süreci halkın ortak aklıyla, dijital katılım ve fikir senteziyle zenginleştirmek mümkün. İklim Kanunu’nun eksiklerini tamamlamak için kolektif zekâ araçlarını kullanmalıyız.”
İklim Kanunu için Yeni Bir Yol: Kolektif Akıl, Ortak Katılım
Türkiye’deki iklim politikaları uzun süredir teknik çevrelerin, bürokrasinin ya da dış baskıların etkisinde şekilleniyor. Ancak artık yalnızca bir “uzmanlar masası” değil, tarladan laboratuvara, sanayi tezgâhından tüketici sofrasına kadar herkesin dahil olduğu bir katılım süreci inşa etmenin zamanı geldi. Çünkü bu kanun; iklim değişikliğiyle mücadele ettiği kadar, ekonomik yönelimleri, enerji yatırımlarını, toplumsal yaşam biçimlerini ve üretim kalıplarını da dönüştürecek.
Bu nedenle:
❗ Bu tartışma yalnızca “evet” ya da “hayır” eksenine sıkıştırılamaz.
❗ Bu yasa, yalnızca eksikleriyle değil, oluşturabileceği kolektif dönüşüm potansiyeliyle de ele alınmalıdır.
Ve bu noktada Prof. Mark Klein’ın modeli bize önemli bir ilham sunuyor.
⸻
“Pareto-Deliberation” Türkiye İçin Ne Öneriyor?
Bu çerçevede, Klein’ın önerdiği gibi:
- Herkesin sözünü eşit biçimde duyurabileceği dijital platformlar,
- Fikirlerin yalnızca toplanmadığı, yapısal biçimde değerlendirildiği sistematik süreçler,
- Nihayetinde “sıfır-toplamlı” değil, kazan-kazan çözümler arayan yöntemler kurmak,
zorundayız.
Bu tür bir süreç, TBMM gündemindeki İklim Kanunu gibi kritik bir düzenlemeyi daha da güçlendirebilir. Üstelik bu, yalnızca hukukçuların, siyasetçilerin ya da teknokratların işi değildir. Bu iş:
•Çiftçinindir, çünkü kuraklığa karşı alınan önlemler onun ürününü kurtaracaktır.
•Sanayicinindir, çünkü karbon maliyetlerinin doğru yönetilmesi onun rekabetçiliğini koruyacaktır.
•Gençlerindir, çünkü onların geleceği bu düzenlemelerin içeriğine bağlıdır.
•Tüketicinindir, çünkü temiz hava, güvenli gıda ve yaşanabilir kentler bu düzenlemeyle sağlanacaktır.
⸻
O Halde Ne Yapmalı?
Önerimiz net:
İklim Kanunu’nu destekleyen ama daha iyi hale gelmesini isteyen tüm kişi ve kurumları, ortak bir “dijital katılım platformu” etrafında buluşturmalıyız.
Tıpkı Mark Klein’ın “Deliberatorium” (Müzakere Platformu) modelinde olduğu gibi, şu adımlarla ilerleyebiliriz:
- Online bir müzakere haritası oluşturalım: Hangi maddeler neden eksik, ne tür düzenlemeler öneriliyor? Her önerinin altında açık gerekçeler ve referanslar olsun.
- Katılımcıların katkılarını filtreleyelim: En çok destek gören ve en az çatışma yaratan fikirler ön plana çıksın.
- Uzlaşmaya dayalı bir öneri metni hazırlayalım ve bunu ilgili komisyonlara, milletvekillerine, kamuoyuna sunalım.
Bu yalnızca bir kanun metni üretme süreci değil; iklim adaleti için demokratik bir model inşa etme yoludur.
⸻
Son Söz: Gerçeğin İnşasında Hepimize Yer Var
Türkiye’nin iklim politikaları bir yol ayrımında; bir yanda dezenformasyon, komplo teorileri, inkar ve kutuplaşma, diğer yanda eleştiren ama katkı sunan, düşünen ama çözüm öneren bir toplumsal akıl var. Biz bu ikinci yolu savunuyoruz.
ForsetiLab 1’de “Yeni İklim Kanunu’nun Şirketler ve Yerel Yönetimler İçin Getirdikleri”ni inceledik.
ForsetiLab 5’te “Komplo mu, Zorunlu Dönüşüm mü?” diyerek kamuoyundaki dezenformasyonları ve karşı argümanları çürüttük. Bu kanunu sahiplenmek, eleştirmek, geliştirmek ve birlikte inşa etmek bizim elimizde.
Çünkü unutmayalım:
İklim krizine karşı yasasız kalmak, sadece doğayı değil, toplumu da savunmasız bırakmaktır. Ve gerçekler, bazen gürültünün değil, sessizce ama yapıcı biçimde çalışan akılların içinden çıkar.
İKLİM TARTIŞMALARI KAVRAM SÖZLÜĞÜ VE İNGİLİZCE TERİMLERİN TÜRKÇE KARŞILIKLARI
İklim İnkârcılığı ve Gerçekler
İklim İnkârcılığı (Climate Denialism): İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin varlığını, ciddiyetini veya bilimsel konsensüsü reddeden görüş.
- İddia: “İklim her zaman değişti, bu doğal bir süreç.”
- Gerçek: Evet, iklim doğal olarak değişir ancak günümüzdeki değişim hızı son 10.000 yılda görülmemiş düzeyde. Bilimsel veriler, mevcut ısınmanın %95’ten fazla bir olasılıkla insan faaliyetlerinden kaynaklandığını gösteriyor.
CBAM (Carbon Border Adjustment Mechanism → Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması): AB’nin ithal edilen ürünlere karbon yoğunluklarına göre vergi uygulaması.
- İddia: “Bu sadece Türkiye ekonomisini zayıflatmak için bir komplodur.”
- Gerçek: CBAM, küresel emisyonları azaltmak ve karbon kaçağını önlemek için tasarlanmış bir politika aracıdır. AB’nin kendi üreticileri de benzer maliyetlerle karşı karşıyadır.
Net Sıfır (Net Zero): Bir ülke veya kurumun atmosfere saldığı sera gazı emisyonlarını, atmosferden uzaklaştırdığı sera gazı miktarıyla dengeleyerek net emisyonlarını sıfıra indirme hedefi.
Karbon Kaçağı (Carbon Leakage): Bir ülkenin sıkı iklim politikaları sebebiyle, karbon emisyonu yüksek üretimin daha gevşek düzenlemelere sahip ülkelere kayması
Klein’ın Kolektif Müzakere Modeli Kavramları
Kitlesel Ölçekli Müzakere (Crowd-Scale Deliberation): Büyük grupların karmaşık sorunlara çözüm üretmek için yapılandırılmış bir şekilde katılım gösterdiği müzakere modeli.
En Uygun Denge Müzakeresi (Pareto-Optimal): Hiçbir tarafın kaybetmediği, en az bir tarafın kazandığı, ortak fayda sağlayan çözümler üretme süreci.
- İddia: “İklim politikaları ya ekonomi ya da çevre lehine olabilir, ikisi birden olmaz.”
- Gerçek: Doğru tasarlanmış politikalar hem ekonomik büyümeyi hem de çevresel sürdürülebilirliği destekleyebilir. Yeşil teknolojiler yeni iş alanları ve ekonomik fırsatlar yaratmaktadır.
Verimsiz Denge (Pareto-Inferior) Çözümler: Tüm tarafların kaybettiği, optimal olmayan çözümler.
Müzakere Platformu (Deliberatorium): Klein’ın önerdiği, fikirlerin yapılandırılmış bir şekilde haritalandırıldığı ve değerlendirildiği dijital platform modeli.
Müzakere Haritası (Deliberation Map): Fikirlerin ve önerilerin sistematik olarak kategorize edildiği, nedensel bağlantılarla ilişkilendirildiği görsel haritalama sistemi.
Eleme Yöntemi (Bag of Lemons): En kötü fikirlerin elenmesine dayalı fikir değerlendirme yöntemi. Geleneksel “en iyi fikirleri seçme” yaklaşımı yerine, problematik önerilerin ayıklanmasına odaklanır.
Kolektif Zekâ (Collective Intelligence): Geniş grupların, yapılandırılmış süreçlerle karmaşık sorunlara daha iyi çözümler üretebilme kapasitesi.
- İddia: “İklim gibi karmaşık konular sadece uzmanlar tarafından anlaşılabilir.”
- Gerçek: Farklı perspektiflerin bir araya getirilmesi, tek bir uzman grubunun çözebileceğinden daha iyi sonuçlar doğurabilir. Yurttaş katılımı, politikaların meşruiyetini ve etkinliğini artırır.
Uzun Kuyruk Teorisi (Long Tail): Bir kalabalık içinde, popüler olmayan ancak değerli fikirlerin bulunduğu geniş bir dağılım alanı. Klein, mevcut katılım sistemlerinin bu “uzun kuyruk” içindeki özgün fikirleri göz ardı ettiğini savunur.
Sıfır-Toplamlı Oyun (Zero-Sum Game): Bir tarafın kazancının diğer tarafın kaybına eşit olduğu rekabet durumu. Klein, iklim politikalarının sıfır-toplamlı değil, ortak faydaya dayalı olması gerektiğini savunur.
Kavramsal Çerçeve Not: İklim inkârcılığı genellikle dört aşamada gerçekleşir: “Gerçekleşmiyor”, “İnsan kaynaklı değil”, “Kötü bir şey değil”, “Çözülemez”. Tartışmalarda bu aşamaları tanımak önemlidir.