Özet
Marka, 10 Ocak 2017’de yürürlüğe giren 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nda (“Kanun”) yer alan klasik tanımıyla, bir teşebbüsün mal ve hizmetlerini diğer teşebbüslerin mal ve hizmetlerinden ayırt eden işaretlerdir. Ayırt edici işlevi sayesinde bir mal veya hizmetin sahibi belirlenip bilinirliği artar. Marka hakkı, hukuki açıdan sahibine, izinsiz kullanımını önleme yetkisi veren ve ayni etkileri olup para ile ölçülebilen mutlak bir haktır. Bu çalışma, ticaret hayatında büyük öneme sahip olan markayı kavramsal ve hukuki açıdan inceleyip marka tescil sürecini özetlemektedir.
Anahtar Kelimeler
Marka, Marka Tescili, Tescil Süreci, Hukuki Süreç, Sınai Mülkiyet Kanunu, Marka Tarihçesi, Uluslararası Marka
Marka Kavramı
Ticaret erbabı, kendilerini veya ürün ve hizmetlerini başkalarından ayırt etmek için ayırt edici adlar ve işaretler kullanır. Bu işaretlerin en bilinen örneklerinden biri markalardır.
Marka, “bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlayan; marka sahibine sağlanan korumanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayacak şekilde sicilde gösterilebilir olması şartıyla kişi adları dâhil sözcükler, şekiller, renkler, harfler, sayılar, sesler ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak üzere her tür işarettir.” (Kaynak: Erdem Erdem Avukatlık).
Marka kavramı, dünya genelinde binlerce yıl süren bir dönüşümle günümüze kadar önemini korumuştur. İlk marka kanunu olarak kabul edilen “Fabrika ve Ticaret Markaları Kanunu” Fransa’da 1857 yılında kabul edilmiştir. Aynı kanun ilerleyen yıllarda İngiltere, Almanya, Belçika ve İsviçre gibi Avrupa ülkelerinde de yürürlüğe girmiştir.
Uluslararası Hukukta Marka Kavramının Doğuşu ve Tarihçesi
Marka kavramı, aslında çok daha eski tarihlere dayanmaktadır. İlk markaların, tüccarların ürünlerini ayırt etmek ve kaliteyi garanti altına almak amacıyla taşlara, seramiklere veya metal eşyalara kazınan semboller olduğu bilinmektedir. MÖ 3000’li yıllara kadar uzanan bu uygulamalar, Mezopotamya’da ticaret yapan tüccarlar tarafından kullanılmıştır. Eski Mısır’da ise tüccarlar, ürünlerini tanıtmak için semboller ve hiyeroglifler kullanmışlardır. Bu erken dönem markalama örnekleri, günümüzün marka kavramının temelini oluşturmuştur.
Modern anlamda markanın doğuşu ise sanayi devrimi ile birlikte hız kazanmıştır. Üretim hacminin artması ve uluslararası ticaretin gelişmesiyle birlikte, markalar ürünlerin kalitesini ve menşeini belirtmek için daha yaygın şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle İngiltere’de sanayi devrimi sırasında üreticiler, ürünlerinin sahtelerinden ayırt edilmesi için kendi sembollerini ve isimlerini ürünlerin üzerine işlemeye başlamışlardır. Bu süreç, markaların hukuki anlamda korunması gerekliliğini doğurmuş ve markaların tescili için yasal düzenlemeler yapılmıştır.
Marka kavramı, Avrupalı devletlerin bu alanda yaptıkları yasal düzenlemeler ve ticari hayatın küreselleşmesiyle önem kazanmıştır. Bu kapsamda, 20 Mart 1883 tarihinde Paris’te 11 ülke arasında sınai mülkiyet haklarının korunması amacıyla Paris Sözleşmesi (Kaynak: WIPO) (Paris Convention for the Protection of Industrial Property) imzalanmıştır. Bu sözleşme, sınai mülkiyet hakkını uluslararası düzeyde ilk kez ele almıştır. Bugün, Paris Sözleşmesi’ne taraf olan 177 ülke, marka haklarının korunması konusunda ortak bir anlayışa sahiptir.
Ülkemizde Marka Hukuku
Türk tarihinde ise marka kanunu ilk kez Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Fransa Kanunu’nun etkisiyle Eylül 1871’de yürürlüğe girmiştir. Bu düzenleme, Osmanlı’da marka haklarının korunması konusunda ilk yasal çerçeveyi oluşturmuştur. Osmanlı’nın son dönemlerinde bu kanun, modern ticaretin gelişimine katkıda bulunmuş ve markaların yasal bir temele oturtulmasına imkan sağlamıştır.
1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte, Osmanlı döneminde yürürlükte olan kanunların bir kısmı yeni kurulan Cumhuriyet’in hukuk sistemine aktarılmıştır. Bu süreçte, markaların korunması için kullanılan başlıca mevzuat, Osmanlı’dan devralınan 1871 tarihli kanun olmuştur. Ancak, bu kanun modern ticaretin gereksinimlerini karşılamakta yetersiz kalmış, özellikle sanayileşme ve uluslararası ticaretin hızla geliştiği bir dönemde, markaların etkin bir şekilde korunması ihtiyacı artmıştır.
1965 yılına gelindiğinde, bu eksikliklerin giderilmesi amacıyla Türkiye Cumhuriyeti’nde 551 Sayılı Markalar Kanunu kabul edilmiştir. Bu kanun, Türkiye’de markaların yasal olarak düzenlenmesini sağlayan ilk modern mevzuat olmuştur. 551 Sayılı Kanun ile birlikte, marka tescili ve korunması daha sistematik ve etkin bir yapıya kavuşmuştur. Kanun, markaların tescili, korunması ve hukuki süreçleri net bir şekilde tanımlamış ve Türkiye’nin ekonomik kalkınması doğrultusunda markaların güvence altına alınmasını hedeflemiştir.
1994 yılında ise Türkiye’de marka tescil ve patent işlemlerinin merkezi bir otorite tarafından yürütülmesi amacıyla Türk Patent Enstitüsü kurulmuştur. Bu enstitü, markaların tescil süreçlerini yönetmiş, patent ve marka haklarının korunmasını sağlamıştır. Enstitü, Türkiye’nin sanayi mülkiyet haklarını uluslararası standartlarda koruma ve geliştirme yönünde önemli bir rol oynamıştır.
Marka Kapsamı
Kanun’un 4. maddesinde, sicilde gösterilebilir olması şartıyla kişi adları dâhil sözcükler, şekiller, renkler, harfler, sayılar, sesler ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak üzere her tür işaretin marka kapsamına girebileceği belirtilmiştir. Marka olabilmesi için “bir işaretin mevcut olması,” “ayırt edici olması” ve “marka sahibine tanınan korunmanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde sicilde gösterilebilir olması” koşulları aranır.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2009/3978 E. sayılı dosyasında, markanın kalite ve niteliklerini belirten “süper”, “extra”, “orijinal” gibi sözcüklerin ayırt edici olamayacağı gerekçesiyle tek başına tescilinin mümkün olmadığına karar verilmiştir [(Kaynak: Yargıtay Kararı 11. HD, T.01.11.2011, E:2009/3978, K:2010/11123)].
Aynı dairenin 2012 tarihli başka bir kararında ise “sahibinden.com” biçimindeki markanın kullanım yoluyla ayırt edicilik kazandığı gerekçesiyle tescil edilebilir olduğuna karar verilmiştir [(Kaynak: Yargıtay Kararı 11. HD, T.09.04.2012, E:2010/15303, K:2012/5635)].
Yargıtay’ın önceki kararları incelendiğinde, soyut renklerin kullanım yoluyla ayırt edicilik kazanması dışında tek başına tescil edilemeyeceği kabul edilmektedir. Örneğin, bir kararında; “Renklerin ancak özel bir şekil verilmek, kombinasyon yaratmak, çizgi yahut resimle birleştirilmek kaydıyla tescili söz konusu olabilir” denilmektedir [(Kaynak: Yargıtay Kararı 11. HD, T.10.03.1997, E:1996/8650, K:1997/1586)]. Ancak, güncel tarihli kararlarında bu katı yaklaşım esnetilmiştir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 07.01.2021 tarihli kararında, “Dairemizin yerleşik kararlarında ve soyut renk marka olarak soyut ayırt edicilik vasfına sahip olmaması nedeniyle kullanım yoluyla ayırt edicilik kazanması hali saklı kalmak kaydıyla, marka olarak tescili mümkün değildir.” şeklinde hüküm tesis edilmiştir. Görüldüğü üzere, kullanım yoluyla ayırt edicilik kazanıldığı takdirde soyut renklerin marka olarak tescil edilebileceği kabul edilmektedir (Kaynak: ÖZÇELİK, Muhammet Burak).
Bir başka tartışma konusu ise kokuların marka kapsamında tescil edilip edilemeyeceğidir. Kanun’da marka olabilecek işaretler arasında kokular açıkça belirtilmemiştir (Kaynak: SELVİLİ, İlayda). Ancak, sayımın tahdidi olmaması sebebiyle de kokuların marka niteliği taşıyıp tescil edilebilirliği yönünden engel teşkil eden bir durum bulunmamaktadır. Kanun’un Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in “Markaların Gösterimi” başlıklı 7. maddesinde de kokulara yer verilmemiştir, bu nedenle şu an için kokuların gösterimine dair bir netlik bulunmamaktadır.
Sübjektif bir olgu olan koku hakkında; bazı görüşler, insanların kokuları tanıyabildiğini belirtirken, bazı görüşler ise insanların kokuları hatırlayabildiğini ancak tanıyamadığını savunmaktadır (Kaynak: ATILGANER, Melisa Sevinç). İkinci görüşe göre, bir kimse bir kokunun anımsatıcı olduğunu ve kokuyu hatırladığını ifade etse dahi kesin olarak nereden ya da hangi üründen kaynaklandığını teşhis edemeyebilir. Bu sebeple kokunun algılanmasında sübjektif niteliğin göz ardı edilmesi zordur. Hal böyleyken, kokunun tutarlı bir şekilde ticari kaynak gösterip gösteremeyeceği sorusu gündeme gelmektedir.
AB ve Türk Hukuku’nda kokunun işaret olma niteliği hala bir tartışma konusu iken; USPTO (Amerikan Patent ve Marka Ofisi) uzun süredir kokuların marka olarak tesciline karar vermektedir. Hala geçerliliğini ve popülaritesini koruyan Play-Doh Oyun Hamuru kararında, Play-Doh oyun hamurunun yaratıcısı Hasbro Inc., markanın tanımını “The mark is a scent of a sweet, slightly musky, vanilla fragrance, with slight overtones of cherry, combined with the smell of a salted, wheat-based dough” (Marka, tatlı, hafif misk kokulu, vanilya kokusu, hafif kiraz notalarıyla, tuzlu, buğday esaslı hamur kokusuyla birleşmiş bir kokuya sahiptir) olarak yapmıştır. Sonuç olarak, USPTO uzmanı, Play-Doh oyun hamurunun kokusunun tesciline karar vermiştir.
Marka Tescili Başvuru Süreci
Kanun’un 7. maddesi uyarınca markanın kanunda sayılan korumalardan yararlanabilmesi için tescil şartı aranmaktadır. Marka tescil süreci çeşitli aşamalardan geçmektedir (Kaynak: ÇOLAK, Uğur). Yapılan her başvuruyla sadece bir markanın tescili talep edilebilir. Başvuru, Kanun’un 3. maddesinde sayılan kişiler tarafından yapılabilir. İlgili madde kapsamına girmeyen kişilerce yapılan başvuru reddedilir. Başvurunun yapılmasının ardından ilk olarak Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından şekli inceleme yapılır.
Şekli inceleme, marka tescil başvurusu ile ilgili eksik işlemlerin olup olmadığını ve başvuruya engel teşkil eden durumların incelendiği bir aşamadır. Kanun’un 15. maddesi uyarınca incelenir. Kurum, başvuru kapsamında bir eksiklik görürse başvuru sahibine tamamlaması için 2 aylık süre verir. Belirtilen süre içinde eksiklik tamamlanmazsa başvuru hükümsüz hale gelir (Kaynak: ATILGANER, Melisa Sevinç).
Kurum tarafından yapılan şekli incelemenin ardından, 5. madde kapsamında mutlak red nedenleri resen incelenir.
Yapılan incelemeler sonucunda bir olumsuzlukla karşılaşılmazsa veya karşılaşılıp da aşılırsa, Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından marka başvurusunun 2 aylık süre için ilan edilmesine karar verilir. Bu süre KHK’de üç ay olarak düzenlenmiş olup, Kanun ile kısaltılmıştır. İki aylık süre içinde herhangi bir itiraza rastlanılmamışsa markanın tesciline karar verilir [(Kaynak: Yargıtay Kararı 11. HD, T.01.10.2018, E:2016/14700, K:2018/5881)].
İlan süresi boyunca üçüncü kişiler, Kanun’un 5. maddesine dayanarak herhangi bir görüş bildirebilirler (5. maddenin 1. fıkrasının c bendi iddialarını dayandıramazlar).
İlgili kişiler, yayımlanmış marka başvurusuna Kanun’un 5. ve 6. maddelerine dayanarak 2 ay içinde itiraz edebilirler (Kaynak: YILMAZ, Deniz).
Üçüncü kişilerin itiraz haklarını kullanmalarına müteakip, tarafların savunmaları için süreler verilir. Daha sonrasında, davanın yeniden değerlendirme üst kurulunda karar alınması gibi işlemler uygulanır. Kanun’un 6. maddesinin 1. fıkrasına yönelik itirazla karşılaşılırsa, başvuru sahibi itiraz eden kişinin iddiasını sorgulayabilir ve kullanım ispatı talebinde bulunabilir (Kaynak: SULUK, Cahit).
Tescil aşamasına geçildiğinde, tescil harcı ile istenen belgeler Türk Patent ve Marka Kurumu’na sunulmalıdır. Marka tescil belgesi düzenlenip onaylandıktan sonra, vekile teslim edilir.
Marka hakkı süreye bağlı bir haktır ve tescilli markanın koruma süresi başvuru tarihinden itibaren 10 yıllık süreyle sınırlıdır. Bu süre onar yıllık dönemler halinde yenilenebilir. Sürenin bitiminden önceki altı ay içinde yenileme ücretinin ödenip ödendiğine dair bilginin kuruma gönderilmesi yeterlidir. Tescil yenilemesi sınırsız kez yapılabilir. Yenileme tarihini hesaplarken, koruma süresinin bitiminden itibaren 6 aylık süreyi cezalı yenileme olarak saymak gerekir. Ancak, koruma süresi dolduktan sonra bu 6 aylık sürede de yenileme yapılmamışsa marka hükümsüz hale gelir (Kaynak: YÖRDEM, Yılmaz, BİÇİMLİ, Emrah).
Son olarak, fikri mülkiyet hukukunda ülkesellik ilkesi geçerli olduğundan, markasını Türkiye’de tescil ettiren kişi kural olarak sadece Türkiye’de korumadan yararlanır. Başka ülkelerde de markasını korumak isteyen kişi o ülkelerde de tescil ettirmelidir [(Kaynak: KARACA, Eyüp Can)].