”Çoğu zaman, anayasalara, kanunlara ve mahkemelere çok fazla ümit bağlamış olup olmadığımızı düşünüyorum. Bunlar boş ümitler; inanın bana, boş ümitler. Hürriyet, erkek ve kadınların kalplerinde yatar; orada öldüğünde hiçbir mahkeme onu koruyamaz; hatta hiçbir anayasa, hiçbir kanun, hiçbir mahkeme buna fazla yardımcı bile olamaz. Orada yattığı sürece de kendisini korumak için hiçbir anayasaya, hiçbir kanuna, hiçbir mahkemeye ihtiyacı yoktur.”
Sinemada Linç Kültürü
Amerikalı bir hâkim olan Learned Hand’ın bu sözü, Prof. Dr. Ergun Özbudun’un Türk Anayasa Hukuku kitabının hemen başında yer alır. Üniversite hayatımın henüz başında, hukuk fakültesinin heyecanı ile kitabı edinmiştim. Kapağı çevirir çevirmez bu sözle karşılaşınca çok etkilenmiştim. Uzunca bir süre bir daha karşıma çıkmamıştı bu söz ancak okul bittikten sonra staj döneminde, izlediğim bir film bana aynı etkiyi tekrar yaşattı.
1943 yılında çekilmiş The Ox-Bow Incident, bir trajediyi anlatmasının yanında, çağının ötesine seslenen, kenarda kalmış bir film. Kendisinden on dört yıl sonra çekilmiş 12 Kızgın Adam (12 Angry Men) gibi hukuki tartışmaları ve sorunları ele alan yapımın başrolünde benzer şekilde Henry Fonda’yı görüyoruz. Bu yazının devamı, filmin hikâyesi ve sonu hakkında bilgiler içerdiği için yazıyı okumadan önce filmi izlemenizi tavsiye ederim. Adaleti kendi elleriyle yerine getirmek için oluşturulan bir linç çetesinin ne kadar acımasız olabileceğine yakından bakalım.
Nevada 1885… Bölge ve çevresinde faaliyet gösteren bazı sığır hırsızlarından dolayı bütün kasabalı endişelidir. Böyle günlerin birinde, iki yabancı kasabayı ziyarete gelir; Gil (Henry Fonda) ve arkadaşı Art’ın kasabaya gelmelerinin amacı Gil’in eski aşkını bulmaktır. Tam o sırada kasabaya bir haber ulaşır, kasabanın temiz kalpli ve iyi insanlarından Larry Kinkaid’in sığırları çalınmış kendisi de bir cinayete kurban gitmiştir.
Öfkelenen kasabalı, suçun cezasız kalmaması savunur, onlara göre adaletin gereğini yerine getirecek kişiler de kendilerinden başkası değildir. Filmin başından sonuna kadar en sağduyulu insan olan Mr. Davies yargıcın ve şerifin olaydan haberdar olması için seferber olur. Ancak çabalar sonuçsuz kalır; azılı kalabalık yatışmaz. Yasadışı bir linç çetesi oluşmuştur.
Bu linç çetesinde kimler vardır? Binbaşı Tetley, topluluğun üzerinde otorite kurmuş, egosu yüksek bir askerdir, film boyunca oğlunu ‘erkek’ olmadığı yönünde suçlar; bu çetede olmasının sebeplerinden biri oğluna hayat dersi vermektir. En yakın arkadaşını kaybeden kasaba kovboylarından Farnley’in amacı adaletin yerini bulması değil, intikam almaktır. Şerifin yokluğunda kasabada görevlendirilen vekil Mapes, iktidarı kullanmanın keyfiyle ekibin başını çeker. Güçlü olduğunu herkese göstermek isteyen bir kadın ve içinde bulundukları grubun eylemlerinin sonucunu kestiremeyen onlarca kişi daha… Kasabaya gelen yabancıların da dikkat çekmemek için çeteye katılmalarıyla yolculuk başlamış olur.
Sparks: Kardeşimin linç edilişini gördüm Bay Carter. Daha küçük bir çocuktum ama şimdi bile bazen bunun kabusunu görüp uyanırım.
Gil: Onu suçladıkları şeyi gerçekten yapmış mıydı?
Sparks: Bilmiyorum. Hiç kimse kesin olarak bilmiyordu.
Yolculuk sırasında başkarakter Gil ile kasabada dışlanan bir din adamı olarak gösterilen Sparks arasında geçen bu konuşma filmin devamı hakkında küçük bir ipucu verir. 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ile hukuk hayatına girmiş ve günümüz muhakeme hukukları için temel bir yapı taşı olan suçsuzluk/masumiyet karinesi film boyunca işlenmiştir. Filmin ikinci yarısında bu temel ilkenin hukuk hayatında ne kadar önemli olduğuna bir vurgu yapılır.
Bu kahrolası ülkede bile adilce yargılanmaya hakkım var!
Ox-Bow isimli bölgede Martin (Dana Andrews) ve arkadaşları bulunur, Martin linç çetesi tarafından yakalandığında, ağzından bu cümle çıkar. Suçu onların işleyip işlemediği belirsizdir; ama bütün deliller onları göstermektedir. Maktul Kinkaid’in sığırları Martin’de bulunmuştur, kendisi satın aldığını iddia etse de bir satış senedi yoktur; üstelik maktulün senetsiz bir işlem yaptığı da görülmemiştir. Kinkaid’in silahının da üstlerinde bulunması dikkat çekicidir.
Martin ve arkadaşlarının durumunun mahkemeye bırakılıp bırakılmaması ile ilgili bir oylama yapılır. Çeteye göre dikkatsiz ve yavaş işleyen kanunları; birilerinin hızlandırması gerekir. Sağduyulu insanlar olarak, filmi izlediğinizde siz böyle bir karar vermeyeceğinizi düşünebilirsiniz. Ancak bu göründüğü kadar kolay değil. Toplum baskısının sonucunda istemediği şeyleri yapanlar ya da bir olaya ‘’kesin yapmıştır/olmuştur’’ diye yaklaşanlar sadece filmdeki gibi çeteler değil, bu hayatın bir gerçeği. Linç çetesinin suçluları değil, suçlayabilecekleri birilerini aradığını unutmayalım.
Ceza verme yetkisinin, halkın elinde olması halinde nasıl sonuçlanacağı filmde acı bir örnekle anlatılır. Beccaria, kitabında ceza verme yetkisinin topluma bırakılmasını Montesquieu’nun şu sözü ile özetler: Bir insan üzerindeki bir başka insanın otoritesi, eğer kesin zorunluluktan kaynaklanmıyorsa bu bir zorbalıktır.
Ölüm cezasının olması halinde bunun neler doğuracağına dair de bir sorgulama yapılır. Tabii ki filmdeki gibi yargısız bir infazın savunulacak tarafı yoktur; ancak yargılama sonrasında ortaya çıkan mağduriyetin giderilmesi açısından, idam cezasının geri dönülemez bir ceza olduğu açıktır. En temel hak olan yaşam hakkının mahkemelere bırakılması da farklı bir sonuç doğurmayacaktır. Kendi benzerlerini öldürmeleri, boğazlamaları nasıl bir hak olabiliyor ki insanlar bunu ellerinde tutabiliyorlar?
Linç Mağdurunun Mektubu
Martin eşine bir mektup bırakmak ister. Bu etkileyici mektupta Martin, sadece eşine ve çocuklarına seslenmez; tüm insanlığa adeta güzel bir miras bırakır. Mektubun okunduğu sahnede o acımasız dediğimiz adamların hepsi buz keser, yüz ifadeleri çok şey anlatır.
İnsan kendi elleriyle kanunları uygulamaya kalkıp, dünyadaki herkesi incitmeden başkalarını asamaz. Çünkü o zaman sadece bir kanunu değil bütün kanunları çiğnemiş olacaktır. Kanun; bir kitapta yazanlar ya da onu uygulamak için tutulan yargıç, avukat ve şeriflerden daha fazlasıdır. İnsanların adalet ve neyin doğru neyin yanlış olduğu hakkında öğrendikleri her şeydir. İnsanlığın vicdanının ta kendisidir. İnsanların bir vicdanı olmazsa uygarlık diye bir şeyden de söz edilemez.
Martin mektubunda yer verdiği bu satırlarla, hukuk sistemlerinin neden var olması gerektiğine değinir. Toplum sözleşmesini, insanların bir arada yaşamak için vazgeçtikleri özgürlüklerin toplamı olarak basitçe tanımlayabiliriz. Martin’in bütün kanunları çiğnemiş olmak derken kastettiği şey de budur. Cezaların kökeni de buradan gelir; çünkü suçlar yalnızca bir kişiye karşı değil, tüm topluma karşı işlenmektedir.
The Ox-Bow Incident, Walter Van Tilburg Clark tarafından yazılan aynı isimli romandan uyarlanmıştır. Filmin ilk sahnesinde bir ayrıntı dikkat çeker. Gil ve Art’ın kasabaya geldiği sahnede önlerindeki yaşlı bir köpek usulca yolun karşısına geçer. Filmin son sahnesinde ise Gil ve Art kasabayı terk ederken, aynı köpeği bu sefer de onların arkasından yolun karşısına geçerken görürüz. Yönetmen William Wellman, bu yaşlı köpeği üzüntünün simgesi olarak düşündüğünü söylemiştir.
Film başladığı gibi biter; karakterlerimiz Gil ve Art, başladıkları yere geri dönmüşlerdir; ancak çıktıkları bu yolculuk onları başka biri yapmıştır. Belki bu yolculuk sizi de başka biri yapar, kim bilir…