Dünya, çok hızlı şekilde, değişimin kural haline geldiği bir dönemi yaşıyor. Değişim o kadar hızlı bir hale geldi ki, insanlar gerçekten istedikleri, ihtiyaç duydukları şeyler konusunda bir süre sonra kendi kendilerini bile takip edemiyorlar. Elbette, bu tespit bir miktar ironi içerse de, günümüz yaşam tarzı için pek çoğumuzun kabul ettiği bir durum olarak ortaya çıkıyor.
Bu değişim rüzgarı, her alanda olduğu gibi spor alanında da oldukça şiddetli. Spor endüstrisi, gelişen teknoloji ile birlikte, sporun varlık amacı olan, bireylerin hareket kabiliyetlerinin arttırılması aracılığıyla zihinsel ve fiziksel gelişimine katkı sağlamaktan, sportif rekabetin en üst düzeye çıkartılması yoluyla oluşan ürünün, en yüksek ekonomik değerle tüketiciye (ki burada tüketici bugün için kendisini “sporsever” olarak adlandırmakta) pazarlanması halini almıştır.
Spor endüstrisinin geldiği bu durum, ortaya çıkan ekonomik büyüklük kadar, bu endüstriyi oluşturan aktörlerin rol dağılımlarındaki dengelerinin de sorgulanmaya başlandığı bir süreci beraberinde getirmiştir. Başlangıçtan bu yana, tüzel kişiliklere sahip, turnuva organizatörü olarak adlandırabileceğimiz spor federasyonları ile son yıllarda liglerin her türlü haklarını pazarlayan ve kulüplerin oluşturduğu ortaklıklar, “sportif rekabet” diyebileceğimiz ürünün ekonomik getirisinde büyük payı toplamış olup halen de, durum bu şekilde devam etmektedir.
Ancak, yazının başında bahsetmiş olduğumuz değişim rüzgarları, mevcut şekliyle “adil olmadığı” düşünülen pay dağıtımını da etkisi altına almaya başlamıştır. Spor müsabakalarında en büyük aktör olan sporcular; oluşan ekonomik katma değerdeki pasta diliminin büyümesi, ama en az bunun kadar önemli, spor yönetimlerinde ve yargı sistemlerinde daha fazla seslerinin duyulması, temsiliyet ilkesine eşit düzeyde yer verilmesi konusunda mücadelelerini artırdılar.
Sporcuların Söz Hakkı
Bir anlamda, sporcuların biraraya gelmesi, seslerini duyurmak adına örgütlenmesi, diyebileceğimiz bu durum, pek çok mecrada kendisine karşılık bulmaya da başladı. Aslında bu çok yeni diyebileceğimiz bir durum değil. Örneğin, 1992 yılında Fransa’da futbol, tenis ve bisiklet sporcularının sendikaları birleşerek, daha geniş kitlelere hitap eden bir sendikalar birliğini oluşturdu.
Fédération Nationale des Syndicats Sportifs (FNASS – Ulusal Sporcu Sendikaları Birliği) ismindeki bu oluşumun kurulmasına sebep olan üç ana eksen; Fransa’da yaşayan profesyonel sporcuların çeşitli organlarda temsil edilmelerine, ekonomik sorunlarının giderilmesi ve seslerinin duyurulmasına izin verilmesi; sporcuların Fransız sporunun yönetimine katılması ve kararların alınmasında önerilerinin dikkate alınması; sporcuların sporun geliştirilmesi için yapılmakta olan tartışmaların merkezine yeniden yerleştirilmesi, şeklinde açıklanmaktadır.
Bugün FNASS, içinde gruplandırılan beş disiplin (futbol, basketbol, rugby, bisiklet, hentbol) altında yarışan, çeşitli Fransız profesyonel liglerine yayılmış en az beş bin (5.000) sporcuyu temsil ediyor. Yüklendiği misyonu yerine getirmek adına, hem Fransa’da hem de Avrupa düzeyinde, düzenleyici yasal gelişmeleri takip edip, sporcuların çıkarlarını koruyarak, profesyonel spor için yasal ortamın olumlu bir şekilde gelişmesine katkı sağlıyor. Tüm bu süreçlerin yürütülmesi aşamasında da, başta Fransa Spor Bakanlığı ve Fransız Dopingle Mücadele Kuruluşu olmak üzere, pek çok kamu kuruluşunun muhatap kabul ettiği, görüşlerini göz önünde bulundurduğu bir pozisyonda bulunuyor.
Bulunulabilirlik Bildirimi ve AİHM
Bu kurumun son yıllarda spor hukuku gündemine taşınmasına sebep olan olay, 2011 yılında, diğer birçok Fransız spor birlikleri ve dernekleri, doksan dokuz (99) profesyonel sporcu ve Jeannie Longo (Fransız bisikletçi) ile birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) açtıkları, dopingle mücadele faaliyetleri kapsamında “bulunabilirlik bildirimi” yükümlülüklerinin (antrenman yeri, saati, gecelik konaklama yeri, doping kontrolü için hazır bulunulması gereken 1 saatlik bölüm vs. bildirme zorunluluğu) spor profesyonellerinin özel hayatının gizliliği hakkını ihlal ettiği, iddiasını içeren davadır.
48151/11 ve 77769/13 nolu başvurular 18 Ocak 2018 tarihinde AİHM tarafından karara bağlanmış ve yapılan işlemlerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AIHS) 8.maddesi açısından bir ihlal teşkil etmediğine karar verilerek, başvuru reddedilmiştir.
FNASS benzeri yapılar, özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde, ulusal bazda, son yirmi yılda kendisine yer bulmaya başlamıştır. Ancak bunların uluslararası bir nitelik kazanarak, daha büyük çapta ses getirmesi, yakın geçmişte gerçekleşmiştir.
Uluslararası Olimpiyat Komitesi
Uluslararası anlamda, sporcuların kurumsal olarak kendilerini temsile ilişkin oluşumlarla ilgili kısa bir tarih bilgisi verebiliriz.
Bilindiği gibi, dünyada tüm spor kuruluşlarının en tepesinde Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC – International Olympic Committee) bulunmaktadır. Kış ve yaz olimpiyat oyunlarının düzenleyicisi konumundaki bu yapı, aynı zamanda, olimpik sporların uluslararası federasyonlarının çatı kuruluşudur.
1981 yılında “IOC Sporcu Komisyonu” adında bir alt komisyon kurulmuş ve sonrasında bu komisyonun varlığı “Olimpik Ana Tüzük” 21.madde altında hukuki zemine kavuşturulmuştur.
Komisyonun temel işlevi, basit şekilde, “aktif sporcular ile IOC arasındaki bağlantıyı” sağlamak ve danışman sıfatıyla IOC’nin yürütme organlarına tavsiyelerde bulunmak, olarak tanımlanmıştır. Bu işlem IOC’nın kendi internet sitesinde;
- Olimpik harekete ilişkin karar verme süreçlerinde sporcu temsilini güçlendirmek,
- Spor ve spor dışı kariyerlerinde sporcu gelişimini desteklemek,
- Olimpiyat hareketi genelinde, karar alma sürecine sporcunun katılımını teşvik etmek,
- Olimpik hareket karar verme sürecinde sporcunun temsilini sağlamak,
olarak maddelendirilmiştir. Bununla birlikte komisyon başkanı, IOC Yönetim Kurulu’nun doğal bir üyesi olarak konumlandırılmıştır.
Bu Komisyon özelinde baktığımızda, aslında, sporcuların bir şekilde ‘‘spor yönetiminde söz sahibi olma’’ temel prensibini hayata geçirme anlamında, olumlu bir adım olduğu ortadadır. Hatta Komisyon Başkanı’na karar alma merciinde bir pozisyon verilmiş olması, durumun sadece teoride bırakılmayarak pratiğe de yansıtıldığının göstergesidir.
Komisyon’a üye seçimi, ulusal olimpiyat kuruluşları bünyesindeki sporcu komitelerine üye olma ön şartına bağlanmıştır. Bu bağlamda bakıldığında, bu yapının benzeri Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi bünyesinde de kurulmuştur. Sporcu Komisyonu ismiyle faaliyet gösteren alt kurul, IOC bünyesindeki Komisyon ile çok benzer görevler üstlenmektedir.
Burada bu komisyonlara ilişkin, belki de ortaya koyabileceğimiz en önemli tespit, özellikle son yıllarda, yeri geldiğinde içerisinde bulunduğu kurumdan “bağımsız” hareket edebilme konusunda, gerekli hukuki altyapının mevcut olup olmadığıdır. Özellikle, sporcuların gerek karar alma, gerekse temsiliyeti yönünde bu denli sorumluluk yüklenmiş bir yapının, sporcuları temsilen ve onların çıkarlarını savunmak adına alacağı kararlarda ve bunların uygulanması aşamasında, herhangi bir baskıya maruz kalmadan, bağımsız hareket edilebilmesi, büyük önem taşımaktadır.
Dünya Dopingle Mücadele Ajansı (WADA)
Bu şekilde rol üstlenmiş olan bir diğer uluslararası yapı da Dünya Dopingle Mücadele Ajansı (WADA – World Anti-Doping Agency) bünyesindeki “Sporcu Komitesi”dir. WADA’nın 2002 yılından bu yana faaliyet gösterdiği düşünüldüğünde, nispeten daha yeni bir oluşumdur ve 2005 yılında kurulmuştur. Amacı; WADA profesyonellerine, WADA Yönetim Komitesi ve Kurucular Kurulu’na, ilgili tüm dopingle mücadele konularında bir sporcu perspektifi sağlamak ve temiz sporcuların dopingle mücadeleyle ilgili görüşlerini ve haklarını temsil etmektir.
Komite’nin tüzüğünde, üyelerinin ama özellikle başkanın, WADA’nın ana tüzüğünde yer alan bağımsızlık kriterlerini karşılaması gerekliliğine vurgu yapılmaktadır. Ancak, başkanın atanması da yine WADA Yönetim Komitesi tarafından yapılmaktadır. Bu durum da, bağımsızlık kriterini, özellikle de sporcuların kendilerini temsil edecek kişi/kişileri kendilerinin belirlemesi temel prensibini karşılamamaktadır. İyi niyetli ve sporcu temsili prensibine dayanan bir oluşum olduğu şüphe götürmez bu uygulama da, mevcut şartlar dikkate alındığında, tam anlamıyla ideali yakalama konusunda ne yazık ki eksiklikler taşımaktadır.
Ali Rıza ve Diğerleri / Türkiye Davası
Bu anlamda, sporcuların her alanda eşit temsil prensibi hakkında kafalarda oluşabilecek soru işaretlerini biraz olsun giderebilmek, ideale yaklaşabilmek adına somut bir örneği ortaya koymak faydalı olacaktır. AIHM’in 30226/10 nolu başvuruya ilişkin 28.01.2020 tarihinde verdiği, Ali Rıza ve Diğerleri olarak bilinen kararında, bu konu şu şekilde ele alınmıştır:
“Sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıklar göz önüne alındığında; Mahkeme, birinci başvuranın argümanının temelinde, Genel Kurul ve Yönetim Kurulu’nun oluşumunda kulüpler ile oyuncular arasında var olan yapısal eşitsizlik nedeniyle, Tahkim Kurulu üyelerinin zımnen futbol kulüpleri lehine eğilim gösterdiklerini dikkate almıştır. Genel Kurul ve Yönetim Kurulu’nun oluşumuna ilişkin tespitlerini göz önünde bulunduran Mahkeme, bu kurullarda oyuncuların kulüplerle aynı düzeyde temsil edilmemeleri sebebiyle, kulüplerle oyuncuları arasındaki sözleşme kaynaklı uyuşmazlıklara ilişkin Tahkim Kurulu nezdinde gerçekleştirilen incelemelerde, terazinin kulüpler lehine daha ağır bastığının düşünülebileceği kanaatindedir. Bu bağlamda Mahkeme, somut olay tarihinde, başvuranın dosyasına ilişkin karar veren tüm Tahkim Kurulu üyelerinin, çoğunluğunu eski futbol kulübü üyeleri veya yöneticilerinin oluşturduğu bir Yönetim Kurulu’nca atandıklarını vurgulamak ister.”
Avrupa’nın en üst yargı merci kararı net bir şekilde ortaya koymaktadır ki; sporcuların da taraf olduğu, adil ve tarafsız bir yargılamanın yapılacağı yargı yerlerinin oluşumunda, atama ya da görevlendirmeyi yapacak yetkili mercilerde sporcuların da diğer paydaşlarla eşit şekilde temsil edilmemesi durumu, ciddi şekilde hukuksuzluk doğurmakta ve adil bir yargılama yapılmasına engel olmaktadır. Bir başka deyişle, adil ve tarafsız yargılama açısından, ilgili yargı yerlerinin yapısında sporcuların da eşit temsili olmalıdır.
Bu denli üst düzey bir mahkemenin, özellikle de Türkiye’yi ilgilendiren bir uyuşmazlık üzerinde ortaya koymuş olduğu bu durum, gelecekte sporcuların, spor endüstrisinde ne denli söz sahibi olabileceklerinin/olması gerektiğinin ipuçlarını vermektedir. Sporcuların eşit şekilde söz sahibi olmadığı yönetimler, ne yazık ki gelecekte kendilerine yer bulamayacak ve değişim rüzgarlarıyla ortadan kalkacaktır.
Bu açıdan, başlamış olan değişim sürecini ideale yakın ve hızlı şekilde yakalayan devletler, spor kuruluşları, geleceğin spor sisteminin ve onu oluşturan spor hukukunun parçası/destekçisi olmaya devam edeceklerdir. Değişim kaçınılmaz olandır ve direnmek yerine adil ve doğru olanı geliştirmek için çabalamak, uzun vadede her zaman kazanımları da beraberinde getirir.
Belki de bu yazıyı okuduktan sonra, bir gazetenin spor sayfasında ya da sporla ilgili internet sitelerinde haberleri takip ederken, sporculara, sadece spor müsabakalarını/yarışlarını kazanmak için mücadele eden kişiler olarak değil de önemli bir hak mücadelesinin paydaşları olarak da bakmaya başlarsınız.
Not: Bu makale Üstad Dergi 12.Sayısında (Kış 2021) yayınlanmıştır.