Sytnyk v. Ukraine Kararı: Yolsuzlukla Mücadele mi, Siyasi Tasfiye mi?

Sytnyk v. Ukraine Kararı: Yolsuzlukla Mücadele mi, Siyasi Tasfiye mi?

1. AİHM’in Sytnyk v. Ukraine Kararı ve Türkiye’deki Güncel Bağlam

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 24 Nisan 2025 tarihli Sytnyk v. Ukraine kararında, Ukrayna Ulusal Yolsuzlukla Mücadele Bürosu’nun (NABU) eski direktörü Artem Sytnyk’e yönelik idari işlemlerin ciddi usuli eksiklikler, tarafsızlık ihlali ve siyasi saikle hareket edilmesi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6, 8 ve 18. maddelerini ihlal ettiğine hükmetti. Kararın önemi, yalnızca bireysel bir hak ihlalinin tespitiyle sınırlı kalmamakta; aynı zamanda, yolsuzlukla mücadele süreçlerinin meşruiyet sınırları ile bu süreçlerin hukuki güvenceye bağlanmadan siyasallaşması riskini tartışmaya açmaktadır.

Türkiye’de, özellikle 19 Mart 2025 sonrası İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve diğer bazı büyükşehir belediyeleri hakkında başlatılan adli-idari soruşturmalar, gerek basına sızdırılan belgeler gerekse siyasi aktörlerin açıklamaları bağlamında benzer bir tartışma iklimi yaratmıştır. Bu nedenle Sytnyk kararında şekillenen AİHM içtihadı, Türkiye’deki mevcut uygulamaların hukuki sınırlarının nesnel biçimde analiz edilebilmesi açısından güçlü bir referans noktası sunmaktadır.

Bu yazıda, AİHM kararının üç temel maddesi üzerinden yürütülen gerekçelendirme süreçleri detaylı şekilde incelenecek; ardından Türkiye’deki yerel yönetimlere yönelik süreçler, aynı ilkeler ışığında değerlendirilecektir. Yazının amacı, yolsuzlukla mücadele gibi meşru bir kamu menfaatinin, hukukun üstünlüğüyle çelişmeden nasıl yürütülebileceğini tartışmak ve usuli güvencelerin neden vazgeçilmez olduğunu hatırlatmaktır.


2. Madde 6 – Adil Yargılanma Hakkı: Delil, Tarafsızlık ve Savunma Hakkı

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi, herkesin adil, kamuya açık ve makul sürede, tarafsız ve bağımsız bir mahkeme önünde yargılanma hakkını güvence altına alır. Sytnyk kararında Mahkeme, bu temel hakkın hem delil değerlendirme süreçlerinde hem de hâkim tarafsızlığına ilişkin uygulamalarda açık biçimde ihlal edildiğini ortaya koymuştur.

2.1. Delil Değerlendirmesindeki Keyfilik

AİHM, Sytnyk’in “hediye alma” yasağını ihlal ettiği gerekçesiyle suçlu bulunduğu idari yaptırım kararının, tek bir tanığın çelişkili ve zamanla değişen ifadelerine dayandığını tespit etmiştir. Tanık N., ilk beyanlarında Sytnyk’in beş kez lüks tatil yaptığı ve her defasında yaklaşık 100.000 Ukrayna grivnası (yaklaşık 16.000 Euro) masrafın kendisi tarafından karşılandığını söylemiş, ancak daha sonra bu ifadeyi iki kısa tatil ve toplamda 250 Euro gibi mütevazı bir masrafla sınırlamıştır.

Bu dramatik çelişkiye rağmen, ulusal mahkemeler tanığın sonradan değişen ifadesini sorgulamamış, savunma tarafından sunulan çürütme argümanlarını ise açıkça görmezden gelmiştir. Oysa Mahkeme, çelişkili tanık beyanlarının delil değerini doğrudan zayıflattığını ve bu durumun iddianın dayanaklarını sorgulanabilir hâle getirdiğini vurgular:

“N.’nin çeşitli zamanlarda verdiği ifadeler arasındaki tutarsızlıklar, bu tanığın güvenilirliğine ve ifadesinin kanıt değerine itiraz etmek için ciddi gerekçeler doğurmuştur (bkz. yukarıdaki 76. paragraf). Bu durum, ifadelerin K.’nın tanıklığıyla da bir ölçüde çeliştiği göz önünde bulundurulduğunda daha da geçerlidir (bkz. yukarıdaki 32. paragraf). N.’nin ifadesinin, başvuran aleyhindeki idari ceza davasının sonucu üzerindeki belirleyici rolü göz önüne alındığında, başvuranın, bu ifadenin niteliğine ilişkin iddialarına özel ve açık bir cevap almayı beklemesi makul olabilirdi. Ancak, ne duruşma mahkemesi ne de temyiz mahkemesi, başvuranın ilgili argümanlarına ilişkin herhangi bir değerlendirme yapmamıştır (bkz. yukarıdaki 30 ve 33-35. paragraflar). Mahkemeler, savunmanın tanık ifadelerini de dikkate almamıştır (bkz. yukarıdaki 31, 33 ve 35. paragraflar).” (Sytnyk v. Ukraine, § 78)

Sytnyk’in arkadaşları olan tanıklar P. ve S., tatil masraflarının paylaşıldığını ve Sytnyk’in N.’ye ödeme yaptığını beyan etmiştir. Ancak ilk derece mahkemesi bu tanıklara, “arkadaş olmaları” gerekçesiyle hiçbir delil değeri atfetmemiştir. AİHM ise bu yaklaşımı, tek taraflı bir delil değerlendirme biçimi olarak açıkça eleştirmiş ve  kararının 82. paragrafında, bu yaklaşımın ispat yükünü keyfi biçimde değiştirdiğini ve başvurucunun savunma hakkını işlevsizleştirdiğini vurgulamıştır.

2.2. İspat Yükünün Tersine Çevrilmesi

AİHM ayrıca, ulusal mahkemelerin Sytnyk’in “ödeme yaptığını kanıtlama” yükümlülüğünü kabul etmesini, hukuka aykırı bir ispat yükü kaydırması olarak değerlendirmiştir. Oysa ceza veya ceza benzeri yaptırımlar içeren yargılamalarda ispat yükü iddia makamına aittir ve bu, suçsuzluk karinesinin ayrılmaz bir unsurudur.

Mahkeme, 82. paragrafta bu ihlali açıkça şöyle ifade eder:

“Mahkeme, yukarıdaki değerlendirmeleri dikkate alarak, ulusal mahkemelerin savunmanın temel argümanlarını herhangi bir değerlendirme yapmaksızın reddetmesi ve savunma tanığı beyanlarını göz ardı etmesi suretiyle ispat yükünü keyfi biçimde dağıttığını ve başvurucuyu, kendisine yöneltilen suçlamalara etkili biçimde itiraz etme konusunda herhangi bir pratik imkândan yoksun bıraktığını kabul etmektedir.” (Sytnyk, § 82)

Bu tespit, yalnızca usuli bir eksiklik değil; savunma hakkının etkisizleştirilmesi anlamına geldiğinden, adil yargılanma hakkının özüne yönelik bir ihlal niteliği taşır.

2.3. Mahkeme Tarafsızlığına Gölge Düşmesi

Adil yargılanma hakkının bir diğer temel unsuru, mahkemenin hem öznel hem de nesnel anlamda tarafsız görünmesidir. Sytnyk davasında ilk derece yargılamasını yürüten hâkim R., başka bir davada tanık konumunda olup bu konumunun sanığa dönüşme ihtimali olan bir soruşturma kapsamında bulunmaktaydı. Sytnyk, bu nedenle reddi hâkim talebinde bulunmuş, ancak hâkim bu talebi gerekçesiz biçimde reddetmiştir. Daha da çarpıcısı, istinaf mahkemesi, bu iddiayı dahi gerekçesinde değerlendirmemiştir.-

AİHM, bu durumu nesnel tarafsızlık ilkesine aykırı bulmuştur. Mahkeme’ye göre, başvurucunun yargıç R.’nin karşı tarafla potansiyel bağına ilişkin şüpheleri, “görünürde temelsiz olmayan ciddi bir endişe” oluşturuyordu ve bu şüpheler özellikle R.’nin tek başına karar veren hâkim olması nedeniyle dikkatle değerlendirilmeliydi (§ 90).

Ancak, AİHM’nin tespitiyle, reddi hâkim talebi bizzat yargıç R. tarafından gerekçesiz şekilde reddedilmiş, temyiz mahkemesi ise bu argümana hiç değinmemiştir (§§ 91–92). Mahkeme şu değerlendirmeyi yapmıştır:

“İddianın temelsiz veya mesnetsiz görünmediği bir durumda, reddi hâkim talebinin gerekçesiz biçimde reddedilmesi ve bu eksikliğin temyiz mercii tarafından giderilmemesi, nesnel tarafsızlık ilkesinin ihlali anlamına gelir.”

3. Madde 8 – Özel Hayat ve Mesleki İtibarın Korunması: Sicil Kaydı ve Kalıcı Zarar

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi, yalnızca fiziksel mekânlara değil, bireyin itibarı, mesleki onuru ve sosyal konumuna da saygıyı güvence altına alır. Sytnyk v. Ukraine kararında AİHM, yargılama sonrasında başvurucunun isminin süresiz biçimde “Yolsuz Yetkililer Sicili”ne kaydedilmesini, açık biçimde özel hayata müdahale olarak değerlendirmiştir. Kararın bu bölümü, yargısal bir işlemin sonucu olsa bile, orantısız, sürekli ve onarılamaz nitelikte olduğunda hak ihlaline yol açabileceğini gösterir.

3.1. Etiketleme ve Stigmatizasyon (Damgalama)

Sytnyk’in adı, unvanı, görev yaptığı kurum ve işlediği kabul edilen suçun açıklaması, çevrim içi erişilebilir bir sicile kaydedilmiştir. Bu veri tabanı, halka açık, süresiz ve sınırsız biçimde erişilebilir durumdadır. AİHM, bu uygulamanın yalnızca bilgi ifşası olmadığını; bireyin mesleki itibarı, ahlaki bütünlüğü ve toplum içindeki konumuna yönelik ağır bir müdahale teşkil ettiğini belirtmiştir. Kararın 108. paragrafında şu değerlendirme yer alır:

“Başvurucunun ‘yolsuz’ olarak etiketlenmesi, özellikle yolsuzlukla mücadele alanındaki uzun kariyeri ve bu alandaki üst düzey görevi dikkate alındığında, başkaları nezdindeki itibarını ciddi biçimde zedelemiş olmalıdır. Bu durum yalnızca itibarına gölge düşürmekle kalmamış; aynı zamanda tüm mesleki çabasının ve başarılarının inandırıcılığını da sarsmıştır. Ayrıca, sicile alınmanın içerdiği eleştirel anlam, başvurucunun kişiliğine ve ahlaki değerlere ilişkin daha geniş etik algıları da etkiler niteliktedir.” (Sytnyk, § 108)

Mahkeme, bu gerekçeyle söz konusu müdahalenin başvurucunun hem mesleki hem de sosyal itibarını ihlal ettiğine karar vermiştir.

3.2. Süreklilik ve Orantısızlık

Ukrayna’da yürürlükteki mevzuata göre, idari suçtan mahkûm olan bir kişi bir yıl içinde yeni bir ihlalde bulunmadığı takdirde, sicili silinmiş sayılmakta ve “mahkûmiyet geçmişi yok” kabul edilmektedir. Ancak AİHM, Sytnyk kararında, bu ilkenin Corrupt Officials Register (Yolsuz Yetkililer Sicili) bakımından fiilen geçersiz hâle geldiğine dikkat çekmiştir. Çünkü başvurucunun adı bu sicile süresiz olarak kaydedilmiş ve bu kaydın silinmesine dair etkili bir mekanizma öngörülmemiştir.

Kararın 123. paragrafında Mahkeme şu değerlendirmeyi yapmıştır:

“Mevcut düzenlemelere göre, bir kişinin adı sicile kaydedildiğinde, yalnızca çok dar biçimde tanımlanmış istisnalar dışında, bu kayıt süresiz olarak kalmaktadır. İdari Suçlar Kanunu’nun 39. maddesi uyarınca, bir yıl içinde yeniden suç işlemeyen kişi mahkûm sayılmıyor gibi görünse de, adı bu sicilde kalmaya devam etmekte ve silinmesine imkân tanınmamaktadır. Bu nedenle, ilgili hükmün pratikte uygulanabilirliği belirsiz hâle gelmektedir.” (Sytnyk, § 123)

Bu durum AİHM’e göre, müdahalenin orantılılık ilkesine aykırı ve “demokratik bir toplumda gerekli” olma şartını karşılamaktan uzak olduğunu göstermektedir.

3.3. Savunmasızlık ve Kendini Temize Çıkarma İmkânının Yokluğu

Belki de kararın en çarpıcı tespitlerinden biri, Sytnyk’in bu etiketleme karşısında hiçbir hukuki veya kurumsal savunma mekanizmasına sahip olmamasıdır. Karar tarihinden itibaren beş yıl geçmiş olmasına rağmen, başvurucu hâlâ adı, görevi ve suçu ile birlikte sicilde yer almakta ve bu durumu değiştirme hakkına sahip değildir. AİHM’in değerlendirmesi oldukça nettir:

“Başvurucunun nihai mahkeme kararından bu yana beş yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen, adı hâlâ Yolsuz Yetkililer Sicili’nde yer almaktadır ve bu durum, başvurucunun ahlaki ve mesleki bütünlüğüne yönelen saldırılara karşı kendini savunmasının tüm yollarını ortadan kaldırmıştır. Dahası, mevcut düzenlemeler değişmediği sürece bu durum süresiz biçimde devam edecektir. Mahkeme, bu koşullarda ve başvurucu tarafından öne sürülen diğer tüm gerekçelerden bağımsız olarak, müdahalenin orantılılık şartını karşılamadığını değerlendirmektedir.” (Sytnyk, § 124)

Bu saptama, günümüz dijital çağında kişisel verilerin ve itibara ilişkin bilgilerin sınırsız erişime açılmasıyla ilgili çok önemli bir sistemik uyarı niteliğindedir. Aksi takdirde, “hukuki sicil”in ötesinde, kalıcı bir dijital damgalama oluşur.

4. Madde 18 – Siyasi Saik ve Hakların Amacı Dışında Kullanımı

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesi, hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların yalnızca Sözleşme’de öngörülen meşru amaçlarla yapılabileceğini garanti eder. Bu hüküm, özellikle hak sınırlamalarının gizli ya da örtülü başka amaçlara hizmet edip etmediğini denetlemek için kullanılır. Sytnyk kararında AİHM, yargılamanın ve idari yaptırımların, görünürdeki kamu yararı amacının ötesinde, başvurucunun ahlaki ve profesyonel itibarını hedef alan bir siyasi operasyon niteliği taşıdığını ortaya koymuştur.

4.1. Hâkim Amaç Testi: Ne İçin Başlatıldı, Ne İçin Kullanıldı?

AİHM’in Merabishvili v. Georgia (2017) kararından bu yana geliştirdiği “hâkim amaç testi”, bir devlet müdahalesinin gerçek hedefinin belirlenmesini sağlar. Bu test uyarınca bir müdahale, görünüşte meşru olsa da, eğer esas olarak farklı ve yasaklanmış bir amacı güdüyorsa, bu durum Madde 18’in ihlali anlamına gelir.

Sytnyk kararında AİHM, idari kovuşturmanın görünürdeki gerekçesi olan “hediye alma yasağı ihlali”nin, gerçekte esas amaç olmadığını tespit etmiştir. Mahkeme, devletin bu süreci kamu yararını sağlamak için değil, başvurucuyu itibarsızlaştırmak için kullandığı sonucuna varmıştır:

“Yetkililerin bu davadaki temel odağının, Hükümet’in iddia ettiği gibi kamu hizmetinde yolsuzluğun önlenmesi değil, başvurucunun ahlaki ve mesleki bütünlüğüne yönelik kişisel bir saldırı olduğu yeterli ölçüde ortaya konulmuştur.” (Sytnyk, § 158)

Mahkeme bu tespitin ardından, şu kesin sonuca ulaşmıştır:

“Bu nedenle, Sözleşme’nin 6. ve 8. maddeleriyle bağlantılı olarak 18. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmiştir.” (Sytnyk, § 159)

4.2. Kurumsal Gerilimler ve Düşmanca Siyasi Arka Plan

AİHM kararında, Sytnyk’in yönettiği NABU’nun, Ukrayna İçişleri Bakanı’nın oğlu ile Başsavcı hakkındaki soruşturmaları ve bu soruşturmaların yarattığı siyasi gerilim detaylı biçimde incelenmiştir. Mahkeme, bu bağlamın yargılama süreciyle doğrudan ilişkili olduğuna hükmetmiştir. Özellikle şu faktörler Madde 18’in uygulanmasına zemin oluşturmuştur:

Hukukun Araçsallaştırılması

  • Sytnyk’in daha önce İçişleri Bakanı ailesine ve Başsavcıya yönelik soruşturmalar yürütmüş olması,
  • Bu kişilerin kamuoyuna açık şekilde NABU’ya ve Sytnyk’e yönelik aşağılayıcı açıklamalar yapması,
  • Soruşturmayı yürüten kurumların (PGO ve Ulusal Polis) doğrudan siyasi otoriteye bağlı olması,
  • Sytnyk’in soruşturma geçirmesine yol açan tanık N.’nin ifadelerinin, eski sabıkasının silinmesi başvurusu sonrasında alınmış olması,
  • Bu ifadelerin tutarsız olmasına rağmen medyaya büyük bir çarpıtmayla (“16.000 Euro’luk lüks tatil”) sızdırılması.

AİHM’in bu duruma yaklaşımı oldukça netti:

“Yargı süreci, medyaya bilgi sızdırma, tanık üzerinde baskı, siyasi söylemler ve tarafsızlığa gölge düşüren yargıçlar eliyle yürütüldü. Bu nedenle işlemin esas amacı, başvurucunun yıpratılmasıydı.” (Sytnyk, §§ 153–158)

4.3. Sürecin Yargısal Gidişatı Bu Şüpheyi Derinleştirdi

AİHM, yalnızca sürecin başlama anını değil, tüm yargılamanın seyrini de dikkate alarak, siyasi saiklerin belirleyici olduğunu saptamıştır. Özellikle:

  • Tanık beyanlarının çelişkili olmasına rağmen mahkemelerce sorgulanmaması,
  • Savunmanın delil sunma çabalarının reddedilmesi,
  • Mahkemenin tarafsızlık şüphelerini değerlendirmemesi,
  • Gerekçesiz kararlar ve istinaf denetiminin yetersizliği,

Mahkeme’ye göre, bu unsurlar “esas amacın kamu düzeni olmadığını, siyasi hedeflerin esas alındığını” kanıtlamaktadır. Böylece AİHM, yalnızca bir prosedür hatası değil, devlet yetkilerinin kötüye kullanımı anlamına gelen Madde 18 ihlalini tescillemiştir.

5. Türkiye’deki Yerel Yönetim Soruşturmaları: AİHM Kriterleriyle Nesnel Bir Karşılaştırma

2025 yılı bahar aylarında Türkiye’de özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) olmak üzere bazı büyükşehir yönetimlerine yönelik başlatılan adli-idari süreçler, hem kamuoyunun hem de hukuk çevrelerinin dikkatini çekmiştir. Henüz bir iddianame sunulmadan yürütülen bu süreçlerin, basına sızdırılan belgeler, yargı ve emniyet kurumlarının tavırları ve siyasi söylemlerle birlikte seyretmesi, sürecin amacına ve yöntemine dair ciddi sorular doğurmuştur. Sytnyk kararında geliştirilen üç temel madde ekseninde bu gelişmeleri değerlendirmek mümkündür.

5.1. Madde 6: Adil Yargılanma Hakkı Açısından Riskler

AİHM, Sytnyk kararında çelişkili tanık ifadelerine dayanılarak karar verilmesini ve savunmanın görmezden gelinmesini, adil yargılanma hakkının açık ihlali olarak nitelendirmiştir. Türkiye’de de, bazı yerel yöneticilere yönelik iddiaların tekil belge veya ifadelerle desteklenmesi, bu belgelerin resmi teyit alınmadan basına sızdırılması ve yöneticilerin kamuoyunda “şüpheli” hatta “sanık” gibi sunulması, benzer bir durumu doğurabilir.

Özellikle delil niteliği taşıdığı iddia edilen belgelerin bağlamından koparılmış, kimi zaman eksik, hatta çelişkili içeriklerle dolaşıma sokulması, yargı makamlarının bağımsızlığına gölge düşüren bir ortam yaratır. Sytnyk kararında vurgulandığı üzere, adil yargılanma sadece mahkeme salonunda değil, tüm yargı sürecinde sağlanmalıdır.

5.2. Madde 8: İtibar, Etiketleme ve Sicil Sorunu

Sytnyk’in “yolsuz yetkililer sicili”ne süresiz kaydedilmesi, AİHM tarafından sadece bilgi paylaşımı değil, mesleki ve etik bir damgalama olarak değerlendirilmiştir. Türkiye’de de, yerel yönetim yetkililerine yönelik soruşturmalar henüz kesinleşmemişken isimlerin kamuya açık biçimde “yolsuzluk” etiketiyle anılması, aynı nitelikte bir etiketleme ve itibar yıkımı riski taşır.

Eğer bu tür uygulamalar, bir yandan yargılamaların sonuçlarını beklemeksizin kamuoyunu yönlendiriyor; diğer yandan kişilerin mesleki itibarı, seçilmişlik meşruiyeti ve kamusal güvenirliğini zedeliyorsa, burada Madde 8 kapsamında ciddi bir tartışma zemini oluşur. AİHM’in yaklaşımı açıktır: “Etiketleyici ve süresiz bilgi işlemleri, özel hayata ve bireyin toplum içindeki konumuna kalıcı zarar verir.

5.3. Madde 18: Sürecin Siyasi Saikle Yürütülme İhtimali

Sytnyk kararında AİHM, yalnızca bireysel bir adaletsizliği değil, sistematik bir amacı deşifre etmiştir: siyasi bir itibarsızlaştırma. Türkiye’de bazı yerel yönetimlerin soruşturmaya konu edilmesinde de, geçmişte merkezi hükümetle yaşadıkları siyasi gerilimler, ulusal ölçekte yürüttükleri alternatif politikalar veya seçim sürecinde aktif rollerinin olması, soruşturmaların siyasallaştığına dair şüpheleri artırmaktadır.

Bu bağlamda, medya sızıntıları, kamu görevlilerinin peşinen suç isnadı içeren açıklamaları, yargının zamanlaması ve kapsamı gibi unsurlar birlikte değerlendirildiğinde, AİHM’in Sytnyk kararındaki “hâkim amaç testi” Türkiye’deki bu süreçler için de yol gösterici olabilir.

6. Değerlendirme ve Öneriler: Hukuki Güvence, Siyasal Meşruiyetin Temelidir

Yukarıda yer verilen karşılaştırmalı analiz doğrultusunda, Türkiye’deki yerel yönetim soruşturmalarının AİHM içtihadıyla uyumlu hâle gelmesi için aşağıdaki yapısal ve ilkesel öneriler geliştirilebilir:

  • Delil toplama süreçleri şeffaf, tutarlı ve bağlamdan koparılmadan yürütülmelidir. Medyaya bilgi sızdırılmasına karşı kurumsal denetim mekanizmaları güçlendirilmelidir.
  • Etiketleyici açıklamalar kamu görevlileri tarafından yapılmamalı; henüz kesinleşmemiş süreçlerde kamuoyuna yönlendirme yapılmamalıdır.
  • Sicil kayıtları yalnızca kesinleşmiş mahkeme kararlarına dayanmalı ve süresiz nitelikte olmamalıdır.
  • Tarafsızlık şüphesi doğuran hâkimlere ilişkin talepler, gerekçeli biçimde ele alınmalı; görünürdeki adalet ilkesi korunmalıdır.
  • Soruşturmanın zamanlaması ve kapsamı, önceki siyasi gerilimlerle doğrudan bağlantılıysa, hakim amaç testi ve Madde 18 ışığında nesnel inceleme yapılmalıdır.

7. Sonuç: Sytnyk Kararından Türkiye’ye Açık Bir Uyarı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Sytnyk v. Ukraine kararında verdiği mesaj açıktır: Devletin yolsuzlukla mücadele gibi meşru bir amacı olsa bile, bu amacın gerçekleştirilme biçimi usul güvencelerine aykırı, siyasi hesaplaşma görüntüsü taşıyan veya etiketleyici nitelikte olduğunda, artık “hukuk” değil, “araçsallaştırılmış iktidar uygulaması” devreye girer.

Türkiye’de, 19 Mart 2025 sonrası başlatılan yerel yönetimlere yönelik süreçler, bu açıdan dikkatle değerlendirilmelidir. Soruşturma mekanizmaları, medya dili, yargının tarafsızlığı ve yürütülen işlemlerin zamanlaması gibi unsurlar birlikte ele alındığında, bazı uygulamalar Sytnyk kararında vurgulanan risklerle benzerlik göstermektedir. Bu benzerlik, herhangi bir aktörü “suçsuz” ya da “hedef” ilan etmek için değil, hukukun ve adaletin, siyasi niyetlerle gölgelenmemesi gerektiğini hatırlatmak içindir.

Adil yargılanma hakkı, yalnızca mahkeme salonunda değil, tüm süreç boyunca geçerlidir. Özel hayata ve mesleki itibara saygı, yalnızca fiziksel dokunulmazlıkla değil, dijital ve etik etiketlemelere karşı da korunmalıdır. Hakların amacı dışında kullanımı ise, sadece kişi özgürlüklerini değil, toplumsal güveni, demokratik temsili ve kamu kurumlarının meşruiyetini doğrudan etkiler.

Türkiye, AİHM kararlarına taraf bir devlet olarak, bu içtihadı yalnızca bir uyarı olarak değil, aynı zamanda kendi hukuk düzenini güçlendirme fırsatı olarak görebilir. Sytnyk kararı, hukukun siyasallaşmasını değil; siyasetin hukukun teminatına girmesini savunur. Türkiye’nin de, demokratik yönetişimi sürdürülebilir kılmak adına, bu çizgide ilerlemesi mümkündür.

Bu yazı, ne bir savunma ne de bir suçlama metnidir. Yolsuzluk gibi toplumun kuruluş temellerini zedeleyen olgularla mücadele, ne kadar öncelikli ve vazgeçilmezse, bu mücadelenin hukuk devleti ilkeleri temelinde yürütülmesi de o denli zorunludur.

Çünkü hukuk, eğer çatışmaların çözümünde referans olma niteliğini yitirirse; geriye yalnızca kaos, güvensizlik ve keyfilik kalır. Bu nedenle bir kez daha, kararlılıkla vurgulayalım:

“Adalet, hem görünmeli hem hissedilmeli; hem hukuki olmalı hem de kamusal güvenin taşıyıcısı olmalıdır.”


→Stigmatizasyon (Damgalama): Bir bireyin, çoğunlukla hukuki süreç tamamlanmadan, negatif bir sıfatla (örneğin: “yolsuz”, “suçlu”, “ahlaki olarak kusurlu”) toplum nezdinde etiketlenmesi. Bu durum, kişinin sosyal itibarını, mesleki konumunu ve özel hayatını kalıcı biçimde zedeler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, stigmatizasyonu özel hayatın ihlali (Madde 8) kapsamında değerlendirir. Sytnyk v. Ukraine kararında, başvurucunun adının süresiz biçimde “Yolsuz Yetkililer Sicili”ne kaydedilmesi, etiketleyici ve onur kırıcı nitelikte bulunmuş; bu kayıt, yalnızca bilgi verme amacı taşımadığı, aynı zamanda bireyin ahlaki değerlerine yönelik kalıcı bir saldırı niteliği taşıdığı için ihlal sayılmıştır.

→Araçsallaştırılmış İktidar Uygulaması (Instrumentalized Use of Power): Devletin veya siyasi iktidarın, hukukî ve kurumsal araçları, asli işlevleri olan kamu yararını gerçekleştirme amacı dışında, siyasi kontrol, baskı ya da itibarsızlaştırma gibi meşru olmayan hedefler için kullanmasıdır. Bu tür uygulamalar, hukukun özerkliğini zedeler ve hukuki araçların siyasal güç tarafından araçsallaştırılmasına neden olur.

Bu kavram, AİHM’nin Madde 18 içtihadında merkezi bir yer tutar. Özellikle Sytnyk v. Ukraine ve Merabishvili v. Georgia gibi davalarda Mahkeme, görünürde meşru amaçlar taşıyan yargı süreçlerinin, aslında esas amacı siyasi misilleme veya şahsi saldırı olan birer iktidar pratiğine dönüştüğünü tespit etmiştir.

“Araçsallaştırma, hukukun biçimsel görüntüsünü koruyarak içeriğini boşaltır. Adalet, bu şekilde yalnızca bir iktidar aracı hâline gelir.”

Bu tür uygulamalar, yalnızca bireysel hak ihlalleri yaratmakla kalmaz; aynı zamanda hukukun meşruiyetini, yargıya olan toplumsal güveni ve demokratik dengeyi doğrudan tehdit eder.

Adil Yargılanma (Madde 6): AİHS’nin 6. maddesi, herkesin adil, tarafsız ve makul sürede yargılanma hakkını garanti eder. Sytnyk davasında, delil değerlendirmesindeki keyfilik ve hâkim tarafsızlığı sorunları bu hakkı ihlal etti.

Özel Hayata Saygı (Madde 8): AİHS’nin 8. maddesi, bireyin özel hayat, aile hayatı ve itibarını korur. Sytnyk’te, süresiz sicil kaydı itibar kaybına yol açarak bu hakkı ihlal etti.

Hakların Amacı Dışında Kullanımı (Madde 18): AİHS’nin 18. maddesi, hak kısıtlamalarının yalnızca meşru amaçlarla uygulanabileceğini belirtir. Sytnyk’te, işlemlerin siyasi misilleme amacı taşıdığı tespit edildi.

→Hâkim Amaç Testi (Predominant Purpose Test): Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesi kapsamında geliştirilen bu test, bir devlet müdahalesinin görünürde meşru bir amaç taşısa bile, aslında esas olarak farklı, meşru olmayan bir amacı güdüp gütmediğini sorgular. AİHM, özellikle Merabishvili v. Georgia (2017) kararından itibaren bu testi sistematik olarak kullanmaya başlamıştır.

Bu teste göre, devletin uyguladığı bir sınırlama, Sözleşme’de belirtilen bir hakkı veya özgürlüğü başka bir gizli, esasen siyasi ya da kişisel saikle sınırlandırıyorsa, bu durum Madde 18’in ihlali anlamına gelir. Testin amacı, “devletin araçsal ve kötüye kullanım niteliği taşıyan uygulamalarını” ayırt edebilmek ve hukuk devleti ilkesinin korunmasını sağlamaktır.

→Görünen Adalet (Justice Must Be Seen to Be Done): Yargı süreçlerinde sadece fiilen adaletin sağlanması değil, aynı zamanda bu sürecin toplumun ve tarafların gözünde de adil ve tarafsız biçimde yürüdüğünün görünmesi gerekir. Bu ilke, özellikle mahkeme bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadında köklü bir yer tutar.

İngilizce ifadesiyle: “Justice must not only be done, it must also be seen to be done.”

Bu ilkenin temel dayanağı, yargı erkine duyulan kamusal güvenin korunmasıdır. Mahkemeler yalnızca objektif olarak adil kararlar vermekle kalmamalı, aynı zamanda dışarıdan bakan makul bir gözlemci açısından da tarafsız, bağımsız ve etkilenmemiş görünmelidir.

AİHM içtihadında bu ilke, özellikle Mahkeme’nin nesnel tarafsızlık testinde somutlaştırılır. Mahkeme, Morice v. France ve Kyprianou v. Cyprus gibi kararlarında, “tarafsızlık şüphesi uyandıran her yargıcın davadan çekilmesi gerektiğini” belirtmiş; Sytnyk v. Ukraine davasında ise hâkimin başka bir dosyada soruşturma tehdidi altında olması, bu ilkeyi açıkça ihlal eden bir durum olarak değerlendirilmiştir.

Hukuki Öngörülebilirlik: Yasaların açık, anlaşılır ve uygulanabilir olması gerekliliği. Sytnyk’te, süresiz sicil kaydı bu ilkeye aykırı bulundu.

Benzer Yazılar

Avrupa'nın Elektrik Geçişi ve Türkiye'nin Süper Şebeke Vizyonu (2025 Analizi)
Trump’ın İklim Politikaları ve Türkiye’de Yeşil Söylence: Project 2025, Kuraklık ve İklim Kanunu
AYM, AİHM Kararları ile Kuşaklararası Adalet İlkesi Işığında Emeklilerin Örgütlenme Hakkı
Yapay Zekanın Çevresel Etkileri
Akıllı İlaç Bedellerini Devlet Ödeyecek mi?
Dünden Bugüne Çalışma Hayatında Kadın Olmak -1-
Cumhurbaşkanlığı Örgütlenmesi
Kurgusal Karakterlerin Hakları
Gönenç Gürkaynak Söyleşisi
Çevre Enerji İkileminde Termik Santraller
Avrupa'nın Elektrik Geçişi ve Türkiye'nin Süper Şebeke Vizyonu (2025 Analizi)
100 Gün, Tek Bir Yön: Project 2025’in Küresel Çevre Rejimine Darbesi ve Türkiye’nin Sınavı
Sytnyk v. Ukraine Kararı: Yolsuzlukla Mücadele mi, Siyasi Tasfiye mi?
Emeklilerin Örgütlenme Hakkı; AYM, AİHM Kararları ile Kuşaklararası Adalet İlkesi
İklim Kanunu Tartışmalarında Yeni Bir Dönemeç: Bilgi, Ortak Akıl ve Kamusal Sorumluluk
Hukuki Açıdan Marka ve Tescil Süreci
Ekokırım Suçu Gezegene Yasal Kalkan Olabilir mi?