Yapay zeka konusu bilimkurgu edebiyatında olduğu kadar sorumluluk hukuku alanında da gerekli ilgiyi üzerine çekmiş gibi gözüküyor. Ancak değer teorisi ve emek süreçleri açısından pek incelenmiyor. Söz konusu ilgisizliğin yapay zekanın sosyal belirleyenlerine duyulan ilgisizliğin bir uzantısı olduğu söylenebilir.
Konuyu değer teorisi ve emek süreçleri açısından ele almak okumakta olduğunuz yazının temel amacı. Metin büyük ölçüde “Cumhuriyetin Bütün Sabahları” adlı söyleşi kitabının son bölümüne dayanmaktadır. Üstad dergisi için yapılan değişiklik ve eklentiler esnasında söyleşi formu korunmuş ancak söyleşiyi yürüten Cemil Gözel ve Emrah Maraşo’nun soruları başlığa dönüştürülmüş ve cevaplarda da birtakım değişiklik yapılmıştır.
Yapay Zekanın Ekonomi Politiği Üzerine Saptamalar
Yapay Zeka ve üretim
Alandaki yazına genel olarak baktığımızda yapay zekâ mistik bir olgu gibi sunulmaya çalışılıyor. “Bu mistik olguya ne kadar yakından bakılırsa onun da kendisine içkin bilgiyi o kadar kolay ifşa edeceğine” inanan bir yazınla karşı karşıyayız aynı zamanda. Bu kapsamda yapay zekâ çoğu kez onu oluşturan ya da biçimlendiren sosyal koşullardan izole edilerek ele alınıyor. Aynı şeyi daha önce (emek süreçlerinin değişmesi ve finansallaşmanın neticesinde doğan ama “insanlığın ilerlemesi” olarak sunulan) internet teknolojisinde de gözlemledik.
Şu durumda yapay zekânın gelişimini zorlayan koşullara bakalım istiyorum hem onun büyüsünü bozmak hem de onu diğer şeylerden izole ederek anlamanın mümkün olmadığını demek için.
Teknoloji fetişizmi
Büyü deyince akla hemen fetişizm gelir. Ana akım yaklaşımlarda yapay zekâ fetiş haline getiriliyor gibi. Bu tavır da daha geniş bir fetişizm türünden, teknoloji fetişizminden enerjisini alıyor. Oysaki, az önce internet meselesi için söylediklerimizde olduğu gibi, teknoloji her zaman bağımlı değişkendir. Teknolojinin bağımlılığı her dem kafamızda olması gereken bir şeydir. Teknoloji hiçbir soruna kendi yol açmaz, kendi düzeltmez; her zaman onu kullanan güçlerin kolektif menfaati doğrultusunda dönüşür. Bilimde olduğu gibi amacıyla birlikte var olur, ondan bağımsız değil.
Değer teorisi perspektifinden rekabet, emek verimliliği ve vasıfsızlaş(tır)ma
Yapay zeka meselesini temelde emek verimliliği ve vasıfsızlaş(tır)ma ekseninde düşünmek gerekir. Söz konusu başlıklar, aynı, “iktidar”, “finansallaşma” ve “enflasyon” meselelerinde olduğu gibi, müstakil olarak ele alınamazlar. Bunlar sermaye birikimiyle ilgili meselelerin uygun adlarıdır, kapitalist sömürüyle bağlantılıdırlar.
Yapay zekayla uğraşırken akılda tutulmasını önerdiğim bu iki eğilimi açıklayabilmek için kapitalist emek süreci üzerine birkaç söz söylemek uygun olacak. Kapitalist sistemlerde üretim döngüsü hep para formunda sermaye ile başlar. Para formunda döngüye giren sermaye ile üretim faktörleri işe koşulur. Para formundaki sermaye, üretim faktörlerine “yatarak” meta formunu alır, yani ilk kez başkalaşır. Daha sonra, kapitalistin kontrolüne giren hammadde, enerji ve makinalar yine onun tarafından, ücret karşılığında, çalışma potansiyeli satın alınmış olan emekçiler tarafından harekete geçirilir, ürün elde edilir, yani ikinci kez başkalaşır.
Emek dışındaki üretim faktörleri ürüne kendi içerdiği değeri aktarırken, emek, ürüne, kendisine verilen ücretin temsil ettiğinin üstünde değer aktarır. Fazlasını aktarmasa bütün bu sürecin bir manası kalmaz, kimse üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olmaya çalışıp üretim yapmaya kalkışmaz. Öyleyse, tasvir ettiğimiz sürecin odak noktası, ürüne kendisine verilen ücretin temsil ettiğinin üstünde değer aktaran yegâne üretim faktörünün, yani emeğin yarattığı fazlaya el koymaktır. Bu fazlaya artı-değer onun ele geçirilmesine de sömürü diyoruz.
Ele aldığımız süreç kapitalistin komutası altında belirli bir iş bölümü (teknik iş bölümü) içerisinde çalışan emekçilerin verimliliğinin artırılması sonucu veren rekabetin, yani aynı alanda piyasaya mal sunmaya çalışan işletmeler arasındaki yarışın (sosyal iş bölümünün) baskısı altında gerçekleşir. Bu yarışta en fazla artı değer elde eden işletmeler -kabaca söylüyorum- geri kalanların mülklerini de toplayarak öne geçerler. Sermaye bu süreçte birikir ve yoğunlaşır.
Bunların niye anlatıyorum? Artı-değere yarış içerisinde el koyma süreci emekçilerden edinilen fazlanın nicelik ve nitelik olarak sürekli artırılması sonucunu doğurur. “Verimliliğin ve üretkenliğin artırılması”, “emekçilerin çalışma sürelerinin uzatılması”, “emekçilerin emek arzı üzerindeki sınırlı iktidarının sürekli zayıflatılması” gibi sonuçlar üreten veren pratikler söz konusu üretim tarzının doğrudan sonucudur. Söz konusu faaliyet (kapitalist sömürü); (geçmişte üretilen artı değere el koyma, emperyalist rantların paylaşımı, daha önce metalaştırılmamış olan varlıkların bu süreçlere sokulması gibi) bu faaliyetle bağlantılı olarak ortaya çıkan diğer piyasa içi ya da dışı pratikler ve bu süreçte şekillenen sosyal sınıflar, ulusal olsun olmasın, belirli mekanlarda izole edilemez. Kapitalizm başlangıcından itibaren eşitsiz ve bileşik gelişmeye tabiidir.
Piyasa içinde ya da dışında kapitalist birikimin (sömürünün) toplumsal çekişmeler içinde sürdürülmesinin yarattığı sonuçlardan birisi verimliliği artırmaktır. Bir başka deyişle, aynı miktarda emek gücü kullanarak rakipler karşısında daha fazla ürün elde etmektir, demin bahsettik. Bir şekilde verimliliği ya da çalışma saatlerini rakiplerinden daha fazla artıran işletmeler, sektörler, ekonomiler, aşırı karlara kavuşur. Schumpeter “gerçek” kapitalist etkinliğin aşırı karlara el koyabilme becerisi olduğunu söylerken bir ölçüde haklıydı yani.
Kapitalist birikimin (sömürünün) toplumsal çekişmeler içinde sürdürülmesinin yarattığı sonuçlardan bir diğeri, emekçinin aynı sektörde iş aramakta olan emekçilerle değiştirilebilirliğinin artırılmasıdır. Yine eğilimsel olarak konuşuyorum, değiştirilebilirlik ya da ikame edilebilirlik azaldıkça, emekçilerin hem emek piyasasında hem de teknik iş bölümü içerisinde güçleri artar, nihayetinde, el konulan “fazla” üzerinde kapitalist için olumsuz sonuçlar doğar. Emek gücü potansiyelinin taşıyıcısı vasıfsızlaştıkça yerine yenisinin konulabilmesi ihtimali artar, direnme gücü düşer.
Vasıfsızlaşma eğiliminin gerçekleşmesi için, işçinin üretimde kullanılan makinaların uzantısı haline gelmesi gerekir. Uzantı haline gelme süreci, tıpkı ilkel birikim meselesinde olduğu gibi, bir kez olup biten bir şey değildir, süreklidir. İşçi uzantı haline geldikçe vasıfsızlaşır, vasıfsızlaştıkça ikame edilebilirliği artar. İkame edilebilirliği artıkça bireysel kapitalistlerin ve/veya bir bütün olarak kapitalist sınıfın karşısındaki gücü azalır.
Üstad Dergi‘nin değerli okurları için şunu da eklemek gerekebilir: Teknoloji ilerledikçe vasıfsızlaşma süreçleri elle dokunulabilir şeylerin üretiminden, hizmetler, sanat ürünleri gibi elle dokunulamaz şeylerin üretimine kaymaktadır. Karmaşıklığı ve özgünlüğü nedeniyle bir dönem vasıfsızlaştırılamayacağı düşünülen hukukçu emeği, doktor emeği gibi alanlar yapay zeka etkisiyle yavaş yavaş ya da adım adım vasıfsızlaştırma süreçlerine dahil edilmektedir.
Tabii bu arada rekabet baskısı altında ortaya çıkan yeni teknolojilerin ortaya çıkardığı zıt eğilimler de mevcuttur, ancak vasıfsızlaştırma olarak adlandırılan bu süreç eğilimsel bir yasa olarak kapitalist emek sürecinin temel niteliklerinden birisini oluşturur. Yine kabaca söylersek, yeni teknolojilerin getirdiği vasıflı işçi kitlesi bu teknolojilerin sebep olduğu vasıfsızlaştırılmış işçi kitlesinden ya da bunların yol açtığı maliyetten daha küçüktür.
Anlatılanlara bir de vasıflı işçiliğin coğrafi dağılımındaki eşitsizlikleri de eklemek gerekir ki bu da işin uluslararası iş bölümü kısmıyla ilgilidir ve emperyalizm bağlamında uzun bir incelemeye tabi tutulması gerekir. İşin o kısmı Cumhuriyetin Bütün Sabahları’nda yapılmaya çalışıldı. İşte yapay zekâ, kapitalist emek süreçlerine içkin verimliliği artırma ve vasıfsızlaştırma eğilimleriyle bağlantılı teknolojik gelişmelerden birisidir.
Değer kuramı
Yeri gelmişken belirteyim: Yapay zekaya değer kuramı açısından bakıldığında yeni bir şey yok gibi. Değerin kaynağı, en azından farazi olarak bütünüyle kapitalistleşmiş bir dünya ekonomisinde, emek hâlâ. Emek de canlı bir şey, bir miktar yaşam enerjisinin maliki, fenomenal bilinci var. Günümüzde değişen şey, emek verimliliği, o aşırı ölçüde artıyor. Yapay zekâ ve sair gelişmeler bu alanı etkiliyor. Aksini düşünenler, yani değer üretim sürecinin niteliksel olarak değiştiğini düşünenler, insan yerine çalışacak yapay zekâlı robotlardan bahsediliyor. Onları üzmek istemem ama bu durumda, robotların kullanılması durumunda, değer, robotlar tarafından değil, bu robotları yapan işçiler tarafından üretilecektir. Aşırı karlar bu sektörlere akacaktır.
Söz konusu süreçte, robot kullanan fabrikalarda, canlı emek ya da değişken sermaye, dolayısıyla el konulan artı-değer, sıfıra yaklaşacak, ölü emek yığını ya da sabit sermaye dediğimiz şey orantısız ölçüde artacaktır. Sermayenin organik kompozisyonunun bu tertibinde, sömürü sıfıra yaklaşır, bir başka deyişle, -bu ikisi birebir aynı şey değil ama neticede- kardır, kazançtır hiçbir şey kalmaz ortada.
Tekrar edeyim: Robotları kullanarak üretim yapan fabrikalar emek sömürüsüne neredeyse hiç yaramayacak hale gelirken, artı-değer esas olarak robot üreten fabrikaları kontrol eden kapitalistlerce temellük edilecektir. Kısaca, diyesim o ki, robot kullanan kapitalistler bir şekilde robot üreten kapitalistlerin, aynı zamanda bu robotların çiplerini yapan, yazımlarını oluşturan, tasarımlarını gerçekleştiren kapitalistlerin, taşeronu, daha da beteri, şubeleri haline geleceklerdir. Akla hemen “Üretimi çevre ülkelerde yaptırıp da artı değere merkezde el koymanın bir yolu olabilir mi bu?” sorusu geliyor. Çok kutuplu bir dünyada zor gibi, tek kutuplu dünyadaysa mümkün!
Yapay zekâ algısı
Çok bildiğimden değil ama yapay zekâyı da yanlış anlamaya meyilliyiz gibi. Makinenin insan bilincini taklit edebilmesi ayrı bir şey, bilince sahip olması ayrı bir şeydir. Duygusu olan bir makine olamaz, sensörden duygu, duyum vs. çıkmaz. Deneyim, eylemlerinin neticesinde acı, tatmin, kayıp, endişe, mutluluk gibi duygular hisseden; sahip olduğu kaynağı belirsiz enerjinin sınırlılıklarına tabi olan canlılar için geçerli bir husustur. Bu varlığın çeşitli parçalarını değiştirebilseniz bile bunun bir sınırı vardır, kaldı ki kendisi parçalarının basit toplamına eşitlenemez. Frankeştayn edebiyat alanına ait bir tasarımdır.
Karmaşık algoritmalara dayalı olarak işlem yapabilenleri olsa da algoritma yazmasını sağlayacak algoritmalara sahip programlar geliştirilebilse de bilinci olan bir makine şu ana kadar yapılabilmiş değil bildiğim kadarıyla. Bazen bizi bilinci olduğuna neredeyse ikna eden bir şeyler çıkıyor ama fenomenal bilincin suni olarak üretilebildiği bir örneği okumadım, duymadım. Biz o bilgisayar programlarının içeriğini hep bileceğiz, hem de satır satır.
Oysa insanın aklından geçeni dışarıdan görmeyi mümkün kılacak bir alet yok henüz. Bilim insanları bazen kafaya elektrotlar yerleştirip deneklerin duygu durumları ya da hesapları hakkında bir şeyler söylemeye çalışıyorlar ama kelimeler (dolayısıyla dil) hep açıkta kalıyor. Bana sorarsanız, aralarındaki korelasyonun ya da etkileşimin önemine rağmen, düşünce yalnızca beynin işlevi de değil. Donanım ve yazılım arasındaki ilişkiyi insanla düşüncesi arasındaki ilişkinin ilkel hali gibi göremeyiz. Hiç konuşmamış bir insanın beyni konuşanınkinden farklıdır, bunların arasında karşılıklı bir ilişki vardır, onu diyorum. Yani gayrı-maddi bir şey olarak düşünce ve maddi bir şey olarak beyin arasındaki ilişki en hafif ifadesiyle aşırı karmaşık. Ve söz konusu karmaşık ilişki makinalarca taklit edilebilecek bir şey değil gibi.
Düşünce ve beden arasındaki karşılıklı ilişkiyi, bunların etkileşimini, birini diğerinin türevi saymadan değerlendirebilmeliyiz öyleyse. Oysaki yapay zekâ çalışmaları, birini diğerinin türevi olarak kabul ediyor en başından. Birileri, duyum, duygu, deneyim, irade, öznellik gibi kavramlarla bilinç arasındaki ilişkiyi koparmaya çalışıyor. Bunlar eskime ile yaşlanmayı aynı şey sayıyorlar. Canlı emeği cansızından, biyolojik olanı kimyasal olandan ayıran sınırları bulandırmaya çalışıyorlar. Cansız sevgisinden ve canlı düşmanlığından hareket ediyorlar, kapitalizmin ruhuyla büyük bir uyum içinde.
Söz konusu dönüşümler “insansızlaştırma”, “toplumsallığı parçalama”, “değer-dışı biçimin alanını daraltma” ya da “ne derseniz o” başlıkları altında toplayabileceğimiz kapitalist süreçlerin bir uzantısı olarak düşünülebilir. Ve bu arada, “hukuk alanında yapay zekâ içeren makinelere kişilik tanıma tartışmaları” diyebileceğimiz bir külliyat belirmeye başlıyor.
Hukuk alanında yapay zekâ tartışmaları
Yapay zekalı makinalara kişilik tanıma heveslisi bir cephe kurulmuş durumda. Bu cephe, yapay zekâ teknolojisini geliştiren endüstriyel komplekslerin, merkezlerin menfaatiyle uyumlu olarak, ortaya çıkabilecek zararı kişilik tanınmış alet edevata ya da dayanıklı tüketim mallarına yıkma derdinde. Hatırlatayım, bir menfaatin hukuk tarafından korunmasının ön koşulu, onun tutarlı olması değil, o menfaati savunanların diğer gruplar karşısındaki gücüdür.
Yapay zekanın üretildiği süreçte eşgüdümü piyasa üzerinden yapan sistemlerde işin hukuksal örgütlenmesinin merkezi de böylece ortaya çıkar: Sorumluluk hukuku. Yapay zekâ ya da bu isimle adlandırılan programlar devreye girince üründen kaynaklı sorumluluğu düzenleyen hukukun değişmesi gerektiğini söylüyorlar dolayısıyla. “Ayıplı ürün”, “ürün sorumluluğu”, “tehlike sorumluluğu” gibi kavramlar bu maksatla yeniden ayarlanacak, onların istediği olursa, ki oluyor.
Hukuk alanındaki “iş yükü” bununla sınırlı değil tabii. Örneğin bir ekip yapay zekanın hukuk alanındaki tatbikatının olası faydaları üzerine bilgi ve kanaat üretiyor. “Hukuka uygun davranışların diretilmesi”, “yargılama sürecinin kısaltılması”, “yargıç verimliliğini artırma” gibi tartışmalı hedefler bu alanda hâkim. Tartışmalı diyorum zira bu süreçte hukukun kamu menfaatinin savunulması işlevi yavaş yavaş güme gidiyor. Ancak tabii ki bu tartışmalar, belirli ilişki setlerindeki dönüşümle bağlantılı olmaları sebebiyle, yani nesnel temelleri olduğu için değersiz değiller. Örneğin, bizi, haklı olarak, yapay zekâ algoritmalarına müdahalenin önemi hakkında uyarıyorlar.
Bütün o görkemli (ve tutarsız ya da felsefi olarak iyi savunulamayan) “makine bilinci” ya da “yapay bilinç” tartışmalarının ardında da bu anlattıklarım var bana sorarsanız. Yapay zekalı makine üretiminde piyasaların temel eşgüdüm merkezi olması durumunda, ki olacak, az önce bir kısmını dediğim hukuki döşümler gerçekleşecektir. Sorun bunlara karşı olma-olmama meselesi değildir.
Yapay zekanın etkin kılınması süreçleri uluslararası iş bölümünü etkileyecek süreçlerdir ve bu alandaki rekabetin gereklilikleri biz istesek de istemesek de yerine getirilir. Şunları unutmayalım yeter:
1-Yapay zekâ hak süjesi olamaz. Evet hak süjesi olup da gerçek kişi olmayan bir alay yapı var. Evet tüzel kişilik yapay bir kişiliktir. Ancak tüzel kişilik insanlar arasındaki ilişkinin gerçekleştiği bir dolayımdır. Kendisi için var olmaz. Tüzel kişilik, kapitalist sermaye birikimini girişimcilerin risklerini azaltarak, para toplamalarını kolaylaştırarak etkileyen bir yordamdır. Burada firma bir öznellik kazanmaz. Bu yolla insanlar arası ilişkiler düzenlenir, hakları fiilen kullananlar şirket yöneticisi ve hissedar gerçek kişilerdir. “Tüzel kişilik perdesi” dediğimiz şey tüzel kişiler için değil gerçek kişi girişimciler için vardır.
Aynı damardan hayvanlara da hak verebilirsiniz. Ama hayvanlar o hakları kullanamaz, tıpkı tüzel kişiler gibi, onlar da kendileri için fail olamazlar. Olsa olsa insanlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde bir basamak oluştururlar. Aynı şey Star Wars dizilerinin R2D2’si için de geçerlidir. Bunlar hakkın öznesi değil nesnesidirler.
2-Her durumda hak sahibi olmak için toplumun yeniden üretim sürecine bir şekilde dahil olmak gerekir. Bireysel hakları tüzel kişilik perdesinin ardından, sokak hayvanları üzerinden ya da doğrudan kullananlardan olacaksanız, belirli toplumsal konumların sınırlılıkları içinden hareket eden bir insan olmanız ve yeniden üretim sürecinde bir rol sahibi olmanız beklenir. İktidar meşruiyetini sokak hayvanlarından, tüzel kişilerden değil canlarını ortaya koyarak toplumu savunabilecek yurttaşlardan alır.
3-Yapay zekanın sınıf tahakkümünün doğrudan ya da dolaylı olarak gerçekleştirilmesi sürecinde özgün etkileri olacağı bellidir. Sınıf tahakkümü sadece işçileri ilgilendiren bir şey olarak düşünmemek gerekir. Kapitalistler arasındaki çekişme, üretilen zenginliklerin yurt içinde kalıp kalmayacağını belirler. Üretilen refahın yaşadığınız toplum içerisinde kalıp kalmayacağı meselesi önemli olduğundan bu alanda atılacak her adım planlanmalıdır.
4-Yapay zekaya hak tanıma tartışmalarının ve çalışmalarının açık yüreklilikle yürütülmesi gerekir. “Mistik hale getirme” stratejisi önerilen hukukun koruyacağı menfaati gizlemeye yarar.
Şunları vurgulayarak hukuk konusunu bitireyim: Fenomenal bilincin suni olarak üretildiğini görmüyoruz ve yakın zamanda da göremeyeceğiz. Yapay zekâ tabii ki önemli bir alandır. Bilinç ürettiği için değil ama. Daha fazla verimlilik, daha fazla vasıfsızlaştırma, işte yapay zeka bu nedenlerle ilgi konusu oluşturmaktadır. Dijitalleşme arttıkça, bu yolla edinilen ve depolanan veri miktarı yükseldikçe, işlemci kapasiteleri geliştikçe, yapay zekâ olarak adlandırılan karmaşık algoritmalar daha da etkin hale gelecektir. Söz konusu süreçte yapay zekayı insana karşı değil insanı, emekçi kesimleri, yapay zekaya karşı koruma siyaseti esas alınmalıdır.
Yapay zekanın toplumsallığı
Yapay zekâ ile, evet, emek verimliliği aşırı artacak, işçilerin ikame edilebilirliği yükselecek, sermaye birikimi küresel ölçekte artacak ama bu zaten sermaye ilişkisinin bir neticesi. Sömürüyü artıran teknolojik dönüşümlerin tarihinde yeni bir şey değil kısaca. Aynı tarihin bize gösterdiği şey, yeni teknolojilerin, kendiliğinden, çalışan insanlar yararına sonuç doğurmamış olduğu gerçeğidir. Diğer hususlarda olduğu gibi burada da üretimi kimin için yapacağımız ve bunu nasıl bölüştüreceğimiz sorusu belirleyici olacaktır muhakkak. Ancak, söz konusu sorulara cevap veren merkezlerin sayısının artması, her durumda, cevapları bileşik bir kapitalist merkezin üretmesinden evladır, bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bugün toplumda emek verimliliğini ve bununla birlikte, üretimde ve tüketimde, toplumsal, kolektif ihtiyaçların payını artırmak durumundayız. Emek verimliliğini artıracak tedbirlere karşı olacak değiliz, yanlış anlaşılmasın. Ama aşırı üretkenliğin ortaya çıkaracağı işsizlik ya da boş vaktin yeniden değerlendirilmesi süreci de piyasaya ve/veya kapitalist sınıfların keyfine bırakılamayacak kadar önemlidir. Bunun yeniden değerlendirilmesi sürecinde gönüllü birlikler kurmak, toplum için çalışmak; felaket durumu olsun olmasın kolektif faaliyet tasarlanmak, düşünmek gerekecektir. Üretim kararlarının veriliş ve üretimin yapılış süreçlerini de unutmayalım.
Mistifikasyona ya da “teknolojiyi belirlenen bir şey değil de belirleyici bir şey olarak görme eğilimine”, yani teknolojik determinizme, uzak durmamız lazım. Tekrar edeyim: Ortaya çıkacak işsizlik sorununa, verimlilik artışının getirdiği genel zenginleşmeyi yurt içinde tutacak ve yeniden dağıtacak devlet politikalarıyla cevap verebiliriz. Bilsay (Kuruç) Hocanın çalışmaları başta olmak üzere alanda geniş bir bilgi birikimi bulunmaktadır, bunları tozlu raflardan indirmek gerekir.
Söz konusu hedef üretimde ya da toplumsallığın yeniden üretiminde piyasaları merkeze koymayan, yönlendiren, mümkünse yok eden bir düzeneği zorunlu kılıyor. Eğer siz bunları piyasaya bırakırsanız yandık. Bıraktığınız zaman, piyasalar, insanların birikimlerini yurt dışına çıkarır, birikimlerini bırakın insanları organ deposu haline getirir, köleleştirir, koca koca toplumları emek piyasasına katılamayacak kadar vasıfsız insanlar toplamı hale getirir. Yıkıcı, toplumsallığı yerle bir edecek, çok acayip şeyler üretir, evlerden ırak!
Piyasaların işleyişine, üretimin dolaşımdan bağımsız olmadığının bilgisini de hep akılda tutarak, hemen bugün müdahale etmeye başlamak zorundayız. Kamuculuk da dayanışma da sosyalizm de (artık hangisini isterseniz) buradan yürür. Piyasaların işleyişine, toplum adına, toplumun menfaati adına, toplumsallığı çocuklarımızı mutlu edecek şekilde yeniden üretmek gayesiyle, yapay zekâyı da kullanarak, etiketlere esir olmadan, her şekilde müdahale etme becerisini geliştirmek zorundayız. Lenin’in dediği gibi, “Tarih bizim ona atfettiğimizden çok daha geniş bir hayal gücüne sahiptir!”