Bernard Lewis ve 106 Yıllık Kırgınlık

Bir Dava, Bernard Lewis ve 106 Yıllık Kırgınlık

Oryantalizm eleştirilerinin ötesinde, Orta Doğu ve coğrafyamıza ömrünü adayan ve görece kendi tarihçilerimizin çoğundan –son yıllarda nepotizme esir olan akademi düşünüldüğünde fazla iddialı olduğunu düşünmüyorum bu tespitin– daha objektif ve daha donanımlı olduğuna inandığım Bernard Lewis’in ‘Tarih Notları’nı didiklemek istiyorum bu yazıda (Tarih Notları Bir Ortadoğu Tarihçisinin Notları, Bernard Lewis-Buntzle Ellis Churchill. Arkadaş Yayınları,2014.).

Bernard Lewis ve 106 Yıllık Kırgınlık

Lewis’in tarihe olan ilgisi öncelikle, çocuk yaşlarda edindiği okuma alışkanlığı ve bununla birlikte Yahudi toplumunun bir üyesi ve Doğu Avrupa kökenli bir annenin çocuğu olmanın getirdiği çok dillilikle bağlantılı. Lewis, eğitimine sonradan tarih eğitimi ile birlikte yürüteceği ve baroya kayıtlı bir avukat da olacağı hukuk öğrenimi ile başlıyor, belki de tarih yazıcılığındaki adilane tavrını da buna bağlamalıyız. Fakat sonra ‘Doğu Sorunu’ odağıyla tarih eğitimi alıyor. Lewis, Doğu Sorunu ile ilgilenen genç bir akademisyen iken, Türkçe ve Arapça’ya olan hakimiyeti ile kendisini, II. Dünya Savaşı’nda bölgede de görev yapan bir yedek subay olarak buluyor.

Orta Doğu, Doğu Sorunu ve Türkiye üçgeni üzerinde çalışan bir tarihçinin yolunun ‘Ermeni Meselesi’ ile kesişmemesi olanaklı değil, nitekim konuya olan ilgisi Lewis’i Paris’te yargılanmaya kadar götürecek.

2011 yılında hukuk fakültesi öğrencisi iken, resmi tarihin ön yargılarıyla yetişen biri olarak kaygılarla gitmiştim Tiflis’e; nasıldı acaba şu Ermeniler, millet-i sadıka iken vatan haini olan, göz kırpmadan canımıza kıyan, eski dostlarımız. Nefret söylemine karşı üniversite öğrencilerinin bakış açısını değiştirmek için Rusya-Gürcistan savaşının sürdüğü günlerde Rus, Gürcü, Azeri, Ermeni, Amerikalı ve Türk katılımcılarla, heves ve kaygılarla başlayan ama unutulmaz dostluklarla biten harika bir hafta oldu sonunda. Elbette, herkes bunu yaşayacak kadar şanslı değil, bu yüzden de tarihin doğru yazılmasına ihtiyaç duyuyor insanlık. Nitekim Lewis’in de bir asrı deviren ömründe tarih yazıcılarına verdiği öğüt de, adil olmak.

Benim yaşayarak öğrendiğimi Lewis de Fransız toplumuna öğretmek için bu konudaki fikrini, fikir ve ifade özgürlüğünün bulunduğuna inandığı Fransa’da, 1993 yılında Le Monde gazetesine verdiği mülakatta açıklıyor.2

Tarih Yazmak Hiçbir Yasama Organının İşi Değildir!

Ermeni meselesinin bir pop-art nesnesi olmadan evvelki tarihi arka planı, Lewis’in kitabında da açıklandığı üzere, 1985 yılında Birleşik Devletler Kongresi’ni, I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan Ermeni ölümlerini soykırım olarak kabul etmeye ikna etmek için başlayan kampanyalara dayanıyor.

1915 yılında hem Türk hem de Ermeni toplumu için acı hatıralar bırakan olaylar savaş sonrası süreçte unutulmuş, başka yerlerde olduğu gibi ABD’de de Türkler ve Ermeniler arasında dostça ilişkiler gelişmiş durumdayken, Ermeni cemaatinden ziyade Türk karşıtı grupları harekete geçiren bu girişimlerde, elbette tarihçiler de taraf oluyor. Bu yıllarda Bernard Lewis de, Ermeni Meselesi’nin Birleşik Devletler Kongresi’nin meselesi olmadığı, aslında tarih yazmanın hiçbir yasama organını ilgilendirmediği ve böyle bir kararın hiçbir fayda sağlamayacağı ve muhtemelen önemli zararlara yol açacağı düşüncesiyle hareket eden akademisyenlerden yana saf tutuyor. Lewis ve onun gibi düşünen akademisyenlerin, Lewis’in Le Monde’a verdiği mülakatta açıkladığı fikirleri şu şekildedir;

…Ermeniler sarsıcı kayıplar yaşamış olsalar da, holokostla yapılan karşılaştırma yanıltıcı olacaktır. Biri silahlı bir isyandan* bugünlerde ulusal kurtuluş mücadelesi adını verdiğimiz bir hareketten doğmuştu. Birinci Dünya Savaşı’nın sunduğu fırsatı değerlendiren Ermeniler, Türklerin savaş halinde olduğu iki ülkeyle, Britanya ve Rusya ile ittifak halinde Türklere karşı ayaklanmışlardı. Doğu’daki ve Kilikya’daki Ermeni isyanları başlangıçta kimi başarılar kazanmış ama sonunda bastırılmış ve Kilikya’da sağ kalan Ermenilerin sürülmesi emredilmişti. Mücadele ve sonrasındaki tehcir sırasında çok sayıda Ermeni hayatını kaybetmişti.

Bernard Lewis ve 106 Yıllık Kırgınlık

Yahudilerin, önce Almanya’da sonra da Alman işgali altındaki Avrupa’da katledilmeleri farklı bir meseleydi. Silahlı ya da silahsız bir ayaklanma yoktu. Bilakis, Almanya Yahudileri ülkelerine büyük bir sadakat duyuyorlardı. Onlara yönelik saldırı tamamen ve sadece sözde ırksal kimlikleriyle tanımlanmış ve din değiştirmiş Yahudilerle, kısmen Yahudi soyundan gelen insanları da kapsamıştı. Yerel ya da bölgesel değildi, Alman yönetimi ya da işgali altındaki bütün bölgelere yayılmıştı ve amaç tamamen yok edilmeleriydi.

Ermeni tehcirinden sağ kalanlar Osmanlı yönetimindeki Irak ve Filistin’deki varış noktalarına ulaştıklarında burada yerel Ermeni cemaatleri tarafından karşılanmış ve yardım görmüşlerdi. Naziler tarafından Polonya’ya sürülen Almanya Yahudileri böyle bir yardım görmemiş ve Polonyalı dindaşlarıyla aynı kaderi paylaşmışlardı.

Bu nedenle ilk fark, Ermenilerin bir silahlı ayaklanmaya katılmış olmaları; Yahudilerin ise bu olmadan, sadece kimlikleri nedeniyle saldırıya uğramalarıydı. İkinci farksa, Ermenilerin uğradığı zulmün büyük oranda tehdit altındaki bölgelerle sınırlı olması, Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer kısımlarındaki, özellikle de büyük şehirlerdeki Ermenilerin az ya da çok zarar görmeden kalmasıydı.

Verdiği bu mülakat Fransa’da Lewis hakkında kamu davası açılmasına neden olmuştur. Dava, Fransız hukukunda bir suç teşkil eden“Holokost’un İnkarı” suçunun işlendiğine ilişkin suçlamayı içeriyordu. Esasen bu davanın, ceza hukukundaki kıyas yasağını ihlal ettiği çok açıktır. Zira, bu suç 1990’da kabul edilen Gaysod(sic) isimli Fransız yasasında, soykırımın gerçek olduğunu sorgulayan herhangi bir yayının yapılmasını, II. Dünya Savaşı sırasındaki Yahudi Holokostu için yasaklamaktadır.

Bu dava, esasen, aynı içerikte bir yasanın Ermeni olayları için de kabulü için Lewis’in açıklamalarının bahane ve araç olarak kullanılmasıydı.

Fransız yargısı, Lewis’in tarihsel polemik ve tartışmalarda hakemlik yapmak ve karar almaya yönelik açıklamalarda bulunmasını haksız fiil’ olarak görerek cezalandırılmasına karar verir. Bu ceza, para cezası niteliğinde olup, Türk Büyükelçiliği tarafından tazmini teklifi Lewis tarafından reddedilmiştir. Aynı zamanda Türk Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından “Atatürk Ödülü” ile ödüllendirilen Lewis, 50.000 dolarlık ödülü de kabul etmeyerek, kar amacı gütmeyen hayır kurumlarına bağışlamıştır.

Bernard Lewis ve 106 Yıllık Kırgınlık

Lewis, mahkeme hükmünden sonra, bu hükmün, yani kendininkiyle birlikte “Türk Versiyonu” olarak adlandırılan aksi görüşlerin, bu şekilde mahkum edilmesinin sadece failleri değil, geçmişte yaşamış ve günümüzde de yaşayan bütün bir ulusu soykırım yapmakla suçlayarak ya da Ermeni çeteleri tarafından Türk, Kürt ve diğer Müslüman köylülerin katledilmesini inkar ederek veya onaylayarak, Türklerin duygularını incitmekte bir sınırlama olmaması, anlamına geldiğini savunmuştur.

Tarihi Gerçekler Yerine Önyargıları Sahiplenmek; Muhteşem İkiyüzlülük

Fransız yargısı tarafından sahiplenilen şey, tarihi gerçek değil önyargıdır. Lewis, Fransız yargı sistemine inanmadığından, kararı temyiz etmemiş, Ermeni örgütlerinin temyiz talepleri ise, Yüksek Mahkeme tarafından reddedilmiştir.

Yukarıda anılan karar, Londra’da çıkan Evening Standart gazetesinin 23 Mayıs 1995 tarihli sayısında “Bir Tarih Dersi Davası” başlığı altında, birkaç yıldır gündeme gelen “en tuhaf davalardan biri” olarak anılmış ve Lewis’in asıl hatasının, Voltaire’in torunlarına seslendiğini zannetmesi, olduğu belirtilmiştir.

Ingiltere’de yayın yapan The Nation ise, aynı kararı, Fransız hukuku ve Fransız entelektüel ikliminin “muhteşem ikiyüzlülüğü” olarak nitelendirmiştir. 26 Haziran 1995 tarihinde, Frankfurter Allegemeine Zeitung’da çıkan bir makaleyse, tüm mahkeme sürecinden “akademik bağımsızlığa, ifade özgürlüğüne ve medeni söyleme bir saldırı” olarak bahsetmiştir.

Lewis, 1915 olayları için meydana getirilen kavram kargaşası hakkında ise; “Bugün hala bu korkunç olayların hatırasıyla dağlanmış kurbanlar ve bu kurbanların aileleri, yoldaşları ve torunları için kelimelere ilişkin bu ayrım, çok az fark yaratmaktadır. Fakat tarihçi için mesele farklıdır, sadece tarihçi için değil, geleceğe bakan ve birbirlerinden uzaklaşmaları sadece eski ihtilafların tekrarlanması ve eski nefretlerin yeniden canlanmasıyla mümkün olan iki halk arasında daha iyi ilişkiler gelişmesine ve söz konusu halkların birbirilerini daha iyi anlamalarına yönelik bir umudun üstüne titreyenler için bu böyledir.” diyerek, insani ve objektif tavrını eserinde de ortaya koymuştur.

Uluslararası kamuoyunda düştüğümüz zayıf durumun sorumluluğunu, başkalarının kötülüğü ve yalnızlığımız yanında, I. Dünya Savaşı sonrası tahtını korumak uğruna vatanını ve ilkelerini satan padişahın ve hükümetinin tavırlarında da aramak gerekir. Doğru zamanda, doğru tepkiler gösterilebilmiş olsaydı, yabancı bir akademisyenin dürüstlüğüne bel bağlamak yerine derdini anlatabilmiş bir toplum, olabilirdik.

Bizi Birbirimize Bırakın

Ermeni tehciri, dahil olan herkese, hayatını kaybeden Türkler ve Ermeniler yanında, emirleri uygulayan Boğazlıyan Kaymakamı’na, tehcir coğrafyasında Ermenilere merhamet eli olan (Zeytindağı, Falih Rıfkı Atay. Pozitif Yayınları, 2013) Cemal Paşa’ya da ölüm getirmiştir. Acıdır ki, Ermenilere uzanan merhamet eli Cemal Paşa, Tiflis’te, Ermeni suikastçının kurşunlarıyla, Boğazlıyan Kaymakamı Mehmed Kemal ise emrine uyduğu devletinin kurduğu darağacında hayata gözlerini yummuştur.

Tüm bunların yanında, Ermenistan pazarında Türk malları, ticaret resmi olarak durdurulmuş olsa da, önemli bir paya sahiptir ve ülkemizde legal/illegal mukim ve çalışan yabancı nüfusun ekserisi Ermeni’dir. Yani devletlerin savaşının ötesinde, insani ilişkiler durmaksızın devam etmiştir. Gerek yemekleri, gerek adetleri ile insani benzerliğimiz ise bir ihtimal gerçekleşecek tanışıklık ile daha iyi anlaşılıp, acıyla ah çektirten bir farkındalık yaratacaktır.

Bu yazının, Karabağ Savaşı’nın henüz yeni bittiği ve tarihin farklı bir veçhesine tanıklık ettiğimiz şu günlerde, dostluğa mütevazi bir katkı sunması dileğiyle.

 

Avukat Haydar Burak Karakuş

 

Not: Bu yazı Üstad Dergi 12.sayısında (Kış 2021) yayınlanmıştır. 

Benzer Yazılar

Hukuki Açıdan Marka ve Tescil Süreci
Ekokırım Gezegenin Yasal Kalkanı Olabilir mi?
sıcaklık artışı ve MS
Gönenç Gürkaynak Söyleşisi
Akıllı İlaç Bedellerini Devlet Ödeyecek mi?
Hukuki Açıdan Marka ve Tescil Süreci
Yapay Zekanın Çevresel Etkileri
Yapay Zeka Çağında Avukatlık...
Bir Dava, Bernard Lewis ve 106 Yıllık Kırgınlık
Kurgusal Karakterlerin Hakları
Hukuki Açıdan Marka ve Tescil Süreci
Ekokırım Suçu Gezegene Yasal Kalkan Olabilir mi?
Sıcaklık Artışı ve MS: AİHM'de Çarpıcı İklim Davası
Dünden Bugüne Çalışma Hayatında Kadın Olmak -1-
Türkiye İşçi Hukuku
Danışıklı Alt İşverenlik Uygulamaları
Kolektif Sendika Özgürlüğü; Abdullah Şahin vd Kararı Analizi