Çevre Zararlarından Doğan Hukuki Sorumluluk
“… Çevre sorunlarına ilişkin uluslararası düzeyde yürütülen çalışmaların belki de en önemli sonucu temel çevre ilkelerinin ve özellikle sürdürülebilir kalkınma ilkesinin ortaya koyulmasıdır. Sürdürülebilir kalkınma ilkesi kabaca insanlara doğanın geçmiş nesillerden miras kalmadığını, aksine insanların onu gelecek nesillerden ödünç alındığını hatırlatmayı amaçlar. Buna göre doğa değerleri, endüstriyel, teknolojik ve ekonomik gelişmelere feda edilmemeli ve çevrenin korunması ile gelişiminin teşviki arasında bir denge sağlanmalıdır. Bu amaç doğrultusunda kaynakların bilinçsiz bir şekilde tüketilmesinin önüne geçilmesi kadar (önleme ilkesi), kirlenen, bozulan ve tükenme riskiyle karşılaşan kaynakların telafisi ile bu kirlenme olayları sonucunda ortaya çıkan ekolojik ve bireysel zararların sorumlularına tazmin ettirilmesi (kirleten öder ilkesi) de önem taşır.
İşte bu noktadan hareketle “Çevre Zararlarından Doğan Hukuki Sorumluluk” başlığını taşıyan bu çalışmada 1983 tarihli Çevre Kanununun “Kirletenin Sorumluluğu” kenar başlıklı 28.maddesinde yer alan kusursuz sorumluluk düzenlemesi ele alınmıştır. Dolayısıyla, bu çalışmanın konusu kirletenin haksız fiil sorumluluğu ile sınırlandırılmış, idari ve cezai sorumluluk çalışmanın kapsamı dışında bırakılmıştır.
Çalışmanın başlığı, 28.maddenin kenar başlığından farklı olarak “Çevre Zararlarından Doğan Hukuki Sorumluluk” olarak seçilmiştir. Bunun nedeni ise, kusursuz sorumluluk hallerinde sorumluluğun kurulması, kusur yerine kanunun öngördüğü bir olguya bağlandığından, bu sorumluluk hallerinde zarar verenden (yani kirletenden) değil, zarar gören ile zararın tazmini olgularından hareket edilmesidir. Ancak, sağladığı anlatım kolaylığından ötürü çalışmada “kirletenin sorumluluğu” ifadesi de kullanılmıştır.
Çevre Kanununun 28.maddesinde kirletenin hukuki sorumluluğu “çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile sorumluluğa ilişkin getirilen tek açık husus, çevre zararlarından kirletenin sorumluluğunun kusur aranmayan bir sorumluluk olduğudur. Bu madde uyarınca sorumlu tutulabilecek kişilere, bu kişilerin kimlere karşı sorumlu olduğuna, sorumluluğun hangi zarar kalemlerini kapsadığına, hangi ihlallerin çevre zararı sayılacağına ilişkin açıklık getirilmemiştir. Başka bir deyişle, bu düzenleme ile son derece muğlak ve ucu açık bir kusursuz sorumluluk rejimi getirilmiştir.
Bu nedenle, halihazırdaki çalışmanın öncelikli amacı söz konusu düzenlemenin de lege lata olarak yorumlanması ve amacına uygun olarak sınırlandırılmasıdır. Dolayısıyla, çalışmada esas olarak Türk çevre mevzuatı düzenlemeleri ile sorumluluk hukuku yaklaşımları takip edilmiştir. Buna ek olarak, karşılaştırmalı hukuk metodu benimsenerek Amerikan hukukunda, Avrupa hukuk sistemlerinde çevre zararlarından sorumluluk konusundaki özel düzenlemeler incelenmiş, farklı hukuk sistemlerindeki gelişmeler ışığında Türk hukukuna de lege ferenda önerilerde bulunulmaya çalışılmıştır.
Bu amaçlar doğrultusunda, çalışmanın ilk bölümünde çevre hukukunun gelişimi ile kendine özgü ilkeleri ve temel kavramları tanıtılmıştır. Zira çevre hukukunun temel ilkeleri ve kavramları, Çevre Kanununun amacının ve dayandığı esas menfaatinin belirlenmesinde ve dolayısıyla 28.maddenin yorumlanmasında büyük önem taşımaktadır.
Çalışmanın ikinci bölümünde kirletenin hukuki sorumluluğu bahsinin farklı hukuk sistemlerinde düzenleniş biçimi ortaya konulmuştur. Bu bölümde, öncelikle Amerikan hukukunda, daha sonra da hem Avrupa Birliği düzeyinde, son olarak da Almanya ve İsviçre’de kirletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin getirilen düzenlemeler incelenmiştir. …”
Halen Piri Reis Üniversitesi Hukuk Fakültesi bünyesinde akademik faaliyetlerini sürdüren Doç.Dr. Başak Başoğlu tarafından kaleme alınan “Çevre Zararlarından Doğan Hukuki Sorumluluk” kitabı bu sözlerle başlıyor. Çevre hukukunun henüz akademik bir formasyona kavuşamadığı ülkemizde, ana hukuk alanları üzerinden çevre hakkının tartışılmasına dair ne yazık ki çok fazla akademik çalışma yok. Bu ortamda, yıllardan bu yana çevre hukuku alanında yayınlar yapan Başak Başoğlu’nun çevreyi kirletenlerin hukuki sorumluluğuna dair esasları ele alan bu kitabı büyük önem taşıyor. Çevre Kanunu’nda yıllardan bu yana yer almasına rağmen uygulamada çok nadir başvurulan “kusursuz sorumluluk” kavramının nasıl daha etkin bir şekilde uygulamaya aktarılabileceğine dair ciddi değerlendirmeler içerir bu kitabın hem hukuk fakültesi öğrencileri hem de alanda çalışan hukukçular tarafından değerlendirilmesi önemli.