“Dünya her insanın ihtiyacını karşılamaya yeterlidir, ama her insanın açgözlülüğünü karşılamaya yetmez.“
Mahatma Gandhi
Fosil yakıt tüketimi başta olmak üzere, orman arazilerinin katli, sanayi faaliyetleri gibi çeşitli faktörler sebebiyle dünyadaki doğal dengenin bozulması, yeryüzü sıcaklığının artmasına ve iklim değişikliğine yol açmaktadır. Kısaca tanımlamak gerekirse iklim değişikliği, “Nedeni ne olursa olsun iklim koşullarındaki büyük ölçekli (küresel) ve önemli yerel etkileri bulunan, uzun süreli ve yavaş gelişen değişiklikler”dir. Bu değişikliğin yol açtığı etkiler arasında; hava sıcaklıklarında ve deniz seviyelerinde meydana gelen artış, orman yangınları, buzulların erimesi, yağmurun çoğunlukla sağanak şeklinde yağması, kıtlık ve yoksulluk yer almaktadır.
Kayıp Zarar Fonu; Tarihsel Sorumluluğun Karşılığı mı?
İklim değişikliğinin etkisiyle dengesi bozulan bir dünyada yaşamak, insanların bir kısmını yalnızca rahatsız etmekle kalmamış; aynı zamanda harekete de geçirmiştir. 1990 sonrasında iklim değişikliğinin etkilerini daha ağır biçimde göstermesiyle birlikte, Birleşmiş Milletler çatısı altında küresel bir mücadele yürütülmeye başlanmış; Avrupa Birliği de bu faaliyetlerin öncülerinden biri olmuştur. Bu “öncülüğü” olumlu karşılamakla beraber, iklime dair uluslararası müzakerelerin hemen hemen hepsine damga vuran “tarihsel sorumluluk” kapsamında bir değerlendirme kaçınılmaz görünmektedir.
AB ve ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkeler, bugüne kadar Dünya gezegeninin kaynaklarını fazlasıyla kullanmışlar ve bugün ortaya çıkan çevre sorunlarının başlıca sorumluları olmuşlardır. Bu nedenledir ki, özelikle gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin “tarihsel sorumlulukları” nedeniyle daha fazla sorumluluk almalarını, kendilerine maddi katkıda bulunmalarını talep etmektedirler.
Aşağıda detayları verilecek, COP 27’de kabul edilen “kayıp zarar fonu” bu nedenle önemlidir. İklim değişikliği kapsamında “tarihsel sorumlulukları” bulunmamakla beraber olumsuz sonuçlarına (kuraklık, seller ve yükselen deniz seviyesi gibi giderek artan aşırı hava olayları) en fazla maruz kalan ve yıkımın maliyetiyle başa çıkmaya çalışan gelişmekte olan ülkelerin süregelen bir talebi olan bu fonun başarısı önemsenmelidir. Elbette, bu noktada, daha önceki bu tür girişimlerin akıbetlerini de ele almalıyız. Bu noktada, Ekvator’un 2007’de başlayan deneyimi de anımsanmalıdır.
Taraflar Konferansı (COP)
Çok geç olmadan bir şeyler yapma arzusuyla ortaya çıkan ve her yıl farklı bir ülkede gerçekleştirilmesi planlanan “Taraflar Konferansı (COP)”, bir kesim tarafından fosil yakıt çağının “sonunun başlangıcı” olarak adlandırılsa da, bazıları için tam anlamıyla bir hayal kırıklığıdır.
Nihai amacı iklim sistemine “tehlikeli” insan müdahalesinin önlenmesi olan ve günümüzde neredeyse evrensel bir nitelik taşıyan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC), 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir ve sözleşmeyi onaylayan 198 ülke “Sözleşme Tarafı” olarak adlandırılmaktadır.
Sözleşme ile birlikte, atmosferdeki sera gazı konsantrasyonunun dengelenmesini amaçlayan uluslararası tartışmalar için COP (Taraflar Konferansı) olarak bilinen yıllık bir forum oluşturulmuş ve ilk forum 1995 yılında Berlin’de gerçekleştirilmiştir.
Organizasyonel anlamda bakıldığında COP, uluslararası sahnede Afrika, Asya ve Latin Amerika gibi farklı bölgelerdeki gelişmekte olan ülkelere, küresel liderlerle masa başında konuşma fırsatı verilen az sayıdaki alandan biridir. Örneğin, iklim değişikliği konusunda kritik önem taşıyan Paris Anlaşması, bu konferansların 21.si olan COP21’de ortaya çıkmıştır. Anlaşmanın nihai hedefi, “küresel ortalama sıcaklık artışını 2100 yılına kadar sanayi öncesi seviyelerin 2°C altında tutmak” için küresel eylemi harekete geçirmektir.
COP sonucunda meydana gelen bu gibi gelişmeler umut vaad edici görünse de, atılan adımlar geç kalınmışlığa işaret etmektedir. Bu bakımdan, örneğin, iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarını azaltma konusunda ilk kez sekiz yıl önce Paris’teki COP21’de toplu olarak anlaşmaya varılması şaşırtıcıdır.
Geç kalınmışlığın yanı sıra; gelişmiş ülkelerin Paris Anlaşması’nı uygulamak için taahhüt ettikleri ilave mali yükümlülükleri içeren ve COP ile oluşturulan kayıp ve zarar fonunun planlandığı gibi sonuçlanmaması, süreci yavaşlatmakta ve bir grubu karamsarlığa sürüklemektedir.
Kayıp ve Zarar Fonu
Kayıp ve Zarar Fonu ile amaçlanan, iklim değişikliğinde düşük payı olmasına rağmen etkilerini büyük boyutlarda hisseden ülkelerin zararlarını gidermektir. Fon sayesinde ”hassas” olarak nitelendirilen bu ülkelerin tazmin edilmesi planlanmışsa da sonuçta bunun aksi bir tablo ortaya çıkmıştır. 2023’te Dubai’deki COP28’de hayata geçen bu fon ile gelişmiş ülkeler yaklaşık 700 milyon dolarlık yüksek bir katkı taahhüdünde bulunmuştur. Buna göre:
- Birleşik Arap Emirlikleri ve Almanya ayrı ayrı 100 milyon dolar,
- İtalya ve Fransa ayrı ayrı 108 milyon dolar,
- ABD 17,5 milyon dolar,
- Japonya 10 milyon dolar,
- Danimarka 50 milyon dolar,
- İrlanda ve AB ayrı ayrı 27 milyon dolar,
- Norveç 25 milyon dolar,
- Kanada ise 12 milyon doların altında bir miktar,
teklif etmiştir.
Fon ile endüstriyel güçlerin gelişmekte olan ülkelere onarıcı bir mekanizma sağlaması planlanmışsa da yalnızca 429 milyon dolar toplanabilmiş ve fon seviyelerini arttırma taahhüdünde bulunulmamıştır. Gelişmekte olan ülkeler için kayıp ve zarar fonunun yıllık 400 milyar doların üzerinde olması gerekmekte ve bu miktar her geçen yıl artmaktadır.
Listeye bakıldığında, kümülatif sera gazı emisyonlarına en fazla katkıda bulunan ABD’nin yaptığı 17.5 milyon dolarlık katkının oldukça düşük olduğu görülmektedir. Bu gibi gelişmiş ülkelerin taahüt ettikleri miktarlarda fon sağlamaması sonucunda iklim değişikliğinden zarar gören devletlerin hasarlarının onarılma süresi artmakta, uzun vadeli sürdürülebilirlik projelerinin hayata geçirilmesi engellenmektedir.
İklimsel bozulma konusunda gelişmiş ülkelerin bir nevi kendilerini aklama aracı olarak kullandıkları ve başarısızlıkla sonuçlanan bir başka senaryo da Yasuni-ITT Girişimi’dir.
“Küçük Ülkeden Büyük Girişim”
1979 yılında kurulan Yasuni Milli Parkı, Ekvador’daki en büyük doğal parktır ve Amazon Bölgesi’nin doğu ve orta kesiminde yer almaktadır. Bölge, UNESCO tarafından belirlenmiş bir biyosfer rezervine sahiptir. Değişik türlerde sayısız bitki ve hayvana sahip olup; yerli halklara da ev sahipliği yapmaktadır. Burada 185’ten fazla memeli, 650’den fazla kuş, 180’den fazla sürüngen ve 600’den fazla balık türü bulunmaktadır. Amazon yağmur ormanları dünyanın en büyük orman örtüsüdür ve tüm gezegen için milyarlarca ton karbondioksit filtrelemektedir. Yaklaşık 34 futbol sahası büyüklüğündeki bir alanda, ABD ve Kanada’nın tamamındakinden daha fazla, 1.100’ün üzerinde ağaç türü bulunduğu söylenmektedir.
Yasuni Milli Parkı’ndaki yaşam formu çeşitliliğinin bilinen, kesin bir sebebi yoktur. Ancak, bunun nedenleri arasında sıcaklıklardaki düşük varyasyon, rüzgar, dağlar ve yüksek yıllık yüksek yağış miktarı sayılabilir. Yasuni, tüm bunların yanında yeraltı kaynakları bakımından da oldukça zengindir.
Petrol, Ekvador’un jeopolitiğinin anahtarı konumundadır. Hükümetin sosyal programları için vazgeçilmez bir finansman ve Ekvador’un yerli halkları için kimi zaman tek istihdam kaynağıdır. Ancak petrol, Ekvador’u, petrol çıkarımının %40’ından fazlasını kontrol eden ve sömürgeci tavır sergileyen yabancı şirketlere ve ABD pazarına bağımlı hâle getirmekte; bunun yanında çevre ve sağlık felaketlerine de neden olmaktadır.
Enerji ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayarak hayatı kolaylaştıran petrol, sunduğu imkânların yanında denizlere, okyanuslara, atmosfere ve insan sağlığına çok büyük hasarlar vermektedir. Petrol ürünleri ile çevreye zararlı gazlar karışmasıyla birlikte ozon tabakası incelmekte ve bu durum neticesinde iklimde keskin değişiklikler meydana getirmektedir.
Yasuni Milli Parkı onlarca yıldır madencilik ve petrol gibi maden çıkarma endüstrilerinin tehdidi altındadır. Raporlara göre, Yasuni’de, büyük bir kısmına petrol endüstrisinin neden olduğu en az 689 hektarlık bir alan ormansızlaştırılmıştır. Söz konusu alanın büyüklüğünü bir kıyaslama yaparak anlatmak gerekirse, 1.200 amerikan futbolu sahasına eşdeğer olduğu söylenebilir.
Haziran 2007 tarihli Yasuni-ITT Girişimi ile Yasuni Milli Parkı’nın Ishpingo-Tambococha-Tiputini (ITT) olarak bilinen bölümünde petrol faaliyetlerinin 3,6 milyar dolar tazminat karşılığında askıya alınması önerilmiştir. Bu girişim, 3 Ağustos 2010’da, Ekvador Hükümeti ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) arasında, Ekvador Amazonları’nın petrol zengini bir bölgesinde ekolojik bir alanın korunmasını hızlandırmak için bir güven fonu kuran tarihi bir anlaşma ile başarıya ulaşmıştır.
Ekvador Dışişleri Bakanı Ricardo Patiño ile BM Genel Sekreter Yardımcısı ve UNDP Yardımcı Yöneticisi Rebeca Grynspan tarafından 3 Ağustos 2010 tarihinde Quito’da imzalanan ve Ekvador Başkan Yardımcısı Lenín Moreno ile Miras Koordinasyon Bakanı Maria Fernanda Espinosa’nın da şahitlik ettiği anlaşma, 1989 yılından bu yana UNESCO tarafından Dünya Biyosfer Rezervi olarak belirlenen Yasuní Milli Parkı’nın altında yatan tahmini 846 milyon varil ham petrolü, süresiz olarak yer altında bırakma taahhüdünü içeren, petrole bağımlı bir ülkenin tarihinde benzeri görülmemiş bir karardı.
Anlaşma ile Yasuni Milli Parkı’nın Ishpingo-Tiputini-Tambococha sahasında petrol çıkarılmasından elde edilecek 7.2 milyar ABD Doları tutarındaki gelirden vazgeçen Ekvator, petrol rezervlerinin korunması sonucunda salınmayan 407 milyon metrik ton CO2 miktarına ulaşana kadar, Dünya kamuoyundan 3.6 milyar dolar tazminat talep etmiş, bunu sağlamak için de Anlaşma ile Ekvador Yasuni ITT Güven Fonu kurulmuştu.
Hayal Kırıklığı
Ekvador’un ulusal koruma alanlarını koruyarak, yenilenebilir enerji kaynakları geliştirerek ve etkilenen bölgelere sosyal hizmetleri genişleterek iklim değişikliğiyle mücadele edecek, biyolojik çeşitliliği ve yerli halkın haklarını ve kültürlerini koruyacağı beklentisi ile tarihi bir Anlaşma olduğu kabul edilen Ekvador Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı arasında Ekvador Yasuni ITT Güven Fonu ile İlgili Yönetim ve Diğer Destek Hizmetleri Anlaşması, ne yazık ki uzun ömürlü olamadı.
2013 yılında, Ekvador’un ITT alanındaki petrol işletmeciliğinden elde edilen gelirlerden vazgeçmesini telafi edecek yeterli fonun sağlanamaması veya Ekvador Devlet Başkanı Rafael Correa’nın deyişiyle, “zengin ülkelerin girişimi desteklememesi” nedeniyle Anlaşma sona erdirilmiştir.
2016 yılında alanda petrol sondajı yeniden başlatılmış ve yakın zamana kadar da hem arama/sondaj alanlarının genişletilmesi hem de yerli toplulukların mücadelesi ile konu gündemde kalmıştır. Bu çerçevede, 2023 yılında, Ekvador’daki çevreciler ile yerli halk, Yasuni’deki petrol sondajı hususunun oylamaya sunulması için 750 binden fazla imza toplayarak referandum talebinde bulunmuş; 20 Ağustos 2023 tarihinde, dönüm noktası niteliğindeki referandumda halkın yaklaşık yüzde 60’ı, Amazon’un Yasuni Ulusal Parkı’ndaki petrol sondajını durdurması yönünde oy kullanmıştır.
Bu gelişme, her ne kadar Ekvador‘un petrol üretiminin yüzde 12’sini karşılayan Ishpingo-Tambococha-Tiputini (ITT) petrol projesinin petrol sondajı yapmasının kalıcı olarak yasaklanması ve proje altyapısının sökülmesi anlamına gelmekteyse de, Yasuni Milli Parkı yeniden risk altındadır; hükümet, ülkenin organize suçlarla çatışmasını finanse etme bahanesi altında Yasuni’de sondaj çalışmalarına devam etmeye çalışmaktadır.
Ekvator’da yaşanan bu süreç, çevre sorunlarının meşhur ikilemini bir kez daha gündeme getirmiştir. Mevcut politika seçenekleri ya Ekvador’un büyük gelirlerden vazgeçmesi ya da dünyanın doğal ve kültürel bir mirası geri dönüşü olmayacak şekilde kaybetmesi anlamına gelirken, bazı yazarlar girişimin sona ermesinin büyük ölçüde politika yapıcıların bu gerilimleri tanımlama ve çözme konusundaki yetersizliklerine bağlı olduğunu savunmuştur.
Geldiğimiz noktada, hayatın her alanında karşılaşılabilecek iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve gelecek nesillere daha yaşanılabilir bir dünya bırakmak adına, yaşanan olumlu ve olumsuz süreçlerden edindiğimiz deneyimleri dikkate alarak, hükümetlerin gündemlerini değiştirmek için daha fazla çabalamalı ve kolektif eylemi harekete geçirmeliyiz. Bu bakımdan, iklim değişikliği fonlarının daha şeffaf ve etkili olması, küresel düzeyde iklim kriziyle mücadelede önemli bir adım olabilecektir.